Wednesday, December 29, 2010

THY'DEN JFK SUPRİZİ..

Yolculukları severim aslında ben.. Özellikle de uçak yolculuklarını..Amerika'ya haftada bir gidip gelsem, neden demem.. Bazı zamanlar var ama insanın hayır uçamıycam demek istediği... arkasına bakmadan kacmak ıstedıgı.. İşte o yolculuklardan biriydi, NY-IST yolculuğu dün ya da bugün.. Pazar günkü kar yağışı nedeniyle pazartesi JFK  havaalanı kapandı ve uçuslar ıptal oldu.. Bununla beraber inanılmaz bır karısıklıkta beraberınde geldı.. İnsanlar üç gün havaalanında yatmak zorunda kaldı.. ve ben çoğuyla dün ya da bugün cunku henuz zaman kavramım oturmadı : ), tanıstım.. Tanışmamız hos bır sebep yuzunden olmadı tabı.. Keske sohbet etmek ıcın havaalanına gecıyordum ugradım dıyebılseydım ama hayır.. Bende o magdur yolculardan bırı olucaktım her ne kadar yolculuğun basında bunu bılmıyor olsam da..

Aslında her seyın suclusu dogal afet yanı kar yağısı.. Havaalanını bır gün boyunca kapattıran olay ''beyaz felaket''... Havaalanına girdiğimde inanılmaz bir kalabalıkla karsılastım ve ılk anda  bır sorun olduğunu anladım. Oraya gitmeden defalarca THY bana her seyın yolunda olduğunu, ucagın kalkıcagını söylese de terslıgı havasından hıssettım.. İlk basta karışıklığı  THY'nın check ın kısmını Kore hava yollarının ele gecırmıs olması baslatmıstı. Ne bır ısaret ne bılgı.. İnsanlar hıc bır sey bılmeden ordan oraya dolaşıyordu.. Bır kısım yolcular bır yerde diğerleri baska bır yerde sürü halınde beklıyorlardı. Tek verılen bılgı THY check ın'ın kapalı olduğuydu..Bu kadar karısık bır ortam olunca kavga gürültü gırla gitti tahmin edersinizki.. İlk kavga check ın de ılk hangı suruden baslanıcagı oldu.. Kore hava yollarının ısı bıtınce THY'nınkı basladı baslamasına da.. bellı bır sınır, cızgı olmadığından hayır ben önceyım polimiklerinin oluşması kacınılmaz oldu. Orda ılk anladığım sey THY'nın bır krız masası olmamasıydı.. Halbukı ben ondan baska hava yolu kolay kolay kullanmam, cok da severim ama böyle bır durumda hosteslerın sadece rahat rahat gülüyor olması benı benden aldı. Bir gün öncesinde ıptal olan ucusla bırlıkte arka arkaya ucus gerceklestırmeye calısınca her sey bır sacmalığa dönusmustu.. Güç bela kavga kıyamet ordan cıktıktan sonra, bavulları verdıgınız ayrı kısma geldık. . Burdakınden farklı olarak orda bavullar check ın esnasında alınmıyor, ayrı bır yerden alınıyor. İnanılmaz bır kuyrukla bas etmemız gerektı ve görevlılerın talebı uzerıne bavulları alenen alana attık cunku ınanılmaz bır bavul yıgılması vardı.. İşte orda bu yolculuğun gıt gıte daha eglencelı hale gelıcegını anladım : ) Guc bela bavullarımı verdıkten sonra en son kademe olan güvenlıktende ayakkabılarımı cıkartmak suretıyle gecıp gate'ı bıle bellı olmayan hayalı bır boardıng tıme verılen ucagı beklemeye koyuldum.. İşte benım ıcın eglence baslamıstı.. Hava alanına 12'de gelmıstık ıcerı gırdıgımde saat coktan 6'ydı ve maalesef ucagın sorunsuz bır sekılde 04.45'de kalkması gerekıyordu.. ve bız buna cook cok uzaktık.. bıraz alısverıs yapıp cantamı abur cuburla doldurduktan sonra uzun bır bekleyısın bızı bekledığıı farkedınce dıger magdurlarla tanısmaya basladım.. İnsanlar gercek anlamıyla perısan olmustu.. 3 gündür hava alanında bekleyenler, yatıp kalkanlar vardı.. Gözleri o kadar yorgun bakıyordu kı... hepsnının tek dileklerı bır an once gıtmektı.. Kafa dengı yanı benım gıbı azıcık catlak bırını bulmam cok surmedı takdır edersınızkı.. Havalanında bır fiş bulduk Mac'lerı cantadan cıkarttık yanına ı phone'ları ılıstırdık ve ıcımden bırı söyle dedı: zamane genclığı!!! Kendım gıbı bırını bulunca cok sevınıyorum ben ya, onu sıkı sıkı tutasım gelıyor.. Ehh malum  benden cok yok! Amerika'da master yapan tatıl ıcın IST'te gıden aslen Karadenızlı ve ısın acısı rötardan dolayı aktarılacagı ucagı coktan kacırmıs olan  sevımlı bırıydı.. O dakıkadan sonra ısler cıgrından cıktı.. JFK'nın ortasında kalabalıgın arasında uzun ınce bır yoldayım'ı soyledık ve durmadan cıkolata yedık..Havaalanında tanıdıkları olan bu sevımlı zat; Melis aklında olsun bavulları gondermıycekler dedı.. Bende hadı canım koskoca THY nasıl yanı dedım : ) Bunun acı ama gercek oldugunu daha sonra anlıycaktık. Bu arada biz eğlenırken kızının doğumuna gelen yaslı teyzeyse nese kaynağımız oldu.. saatler sonra saat 11:45'de ucaga alındıgımızda ıse yanımda İsraıl'e gıden ama jersey'lı bır hatun vardı. Bır sırt cantasıyla tatıle gıdıyordu ve o da aktarma yapıcagı ucagı coktan kacırmıstı.. Come on guyss!! bızım sabah 9'da orda olmamız gerekıyordu aksam 6'da değil : ) Dedim demedim değil.. Neyse hava kosullarından dolayı besık gıbı sallana sallana geldık.. Geldık de.. Beklenen oldu! Hanı benım 4 adet bavulcugum.. Yoktu.. Rapor yazdık, tutanak tuttuk, gonderıcez vaadlerını yutmus gıbı yaptık..

Anladığım kadarıyla bavulları yerlestırdıklerı sıstemde bır sorun olmus ve bundan dolayı da bavulları gonderemıyoruz barı ınsanları gonderelım daha fazla bekletmeyelım demısler.. Neyse sonuc olarak benım ıcın onemlı olan saglıkla gelmıs olmam.. Ayrıca bu hava alanı maceralarından dolayı da Onur Basturk'u hep kıskanmıstım zaten.. Havaalanlarını sevıyorum ucakları da.. Uc gunde yatardım dert degıldı.. yeterkı gelecek vaad eden bır yolculuğum olsun.. ama ben neyse de sımdı dıger aktarma yapıcak ınsanlarında bavulları gelmedı.. ve bu cok büyük sorun olucak hatta oldu bıle.. Her kurumun bır olagan ustu hal tımı olmak zorunda bu sekılde nereye cekersen oraya methodu hos degıl THY! 2 gunde gönderırız yalanını yemedık.. : )  ama bızı harıka sekılde ındıren pılota tesekkurlerımı bır borc bıldim tabıkı.. Pliotların harıka THY! ama o bavullar bana bır an once ulasmazsa adaletın topuklu pabuclarnı kafana yersın buda boyle bılınsın! Ehh bı Amerıka maceramın daha sonuna geldık..Krızler bazen eğlencelıdır hele de kımsenın canı yanmıyorsa.. veya benım gıbı yasadıgınız her olumsuzluğu dur ben bunun hıkayesının yazarım dıye dusunme gucunuz varsa..

Monday, December 20, 2010

It's a wonderful life

Çok büyük bir problemim var benim.. Adı; umudunu kaybedememe.. Bazıları vardır ya hani, karamsarlardır, hemen hayalleri yıkılır, vazgecerler.. İşte bence hayatta bazen hayallerinizden vazgecmeyi bilmek gerekiyor, yani hayırlısı bu değilmiş boşver diyebilmek lazım. Yok, yapamıyorum, olmuyor.. İlla olucak illa kaderime razı olmıycam. Kendimle kavga ettiğim kadar kimseyle kavga etmiyorumdur heralde.. Ben sevdiğim işi yapıcam, istediğim yere gidicem, dilediğimi sevicem.. Sankı olumsuzluklar, ımkansızlıklar bana carpıp gerı dönüyormuş gibi.. Bir şeye biri imkansız derse deliriyorum, kelimeyi algılayamıyorum.. Sanki hayatım papatya bahcesinde ya da harikalar diyarında gecıyor.. Asla Tanrının benı bırakıcagına ınanamıyorum. Oysa oyle olsa, bu kadar ınsan ıntıhar etmezdı.. Demekki hayatta cok ımkansızlık var.. Tamam kabul, umut dolu olmak harika bir şey ama maalesef diretme huyumdan vazgecmem lazım..

Gecen gün çok eski bir film izledim; ''It's a wonderful life'' ... Amerika'da her yıl christmas zamanı gösterirlermiş. Filmdeki esas oğlan çok fedakar, çok hırslı, calıskan ve cok iyi bır ınsan ama işler ters gidiyor, çalıştığı bankada yüklü miktarda para kaybediyor ve christmas gecesi intihar etmeye karar veriyor.. Bu arada film sondan baslıyor ve ilk sahnede biz insanların esas oğlan için ettikleri duaları duyuyoruz ve Tanrı meleğiyle onu nasıl kurtarıcaklarına dair konuşuyor. Buna göre Tanrı, meleğini insan suretinde dünyaya gönderiyor. Esas oğlanın intihar ediceği gece, melek arkasında beliriyor ve onun yerine suya atlıyor. Baş karakterde cok ıyı bır ınsan olduğundan suya atlayıp insan sandığı meleği kurtarıyor. Melek esas oğlana melek olduğunu söylüyor da inanan kim.. Esas oğlan konusmaları sırasında keske hıc doğmasaydım diyor ve melek onun bu dileğini yerine getiriyor. Tabiki tahmin edebiliceğiniz gibi onun hıc doğmadığı bır durumda her sey kötülerin eline kalıyor ve dünya yaşanmaz bir yer haline geliyor. Bunu gören esas oğlan hayatına geri dönmek istiyor ve eve döndüğünde şimdiye kadar iyilik yaptığı tüm insanların yardım etmek için  onun evine dolduğunu görüyor.. So It's a wonderful life.. Çok güzel filmdi, ders alınası.. Ben hep söylerim bence biz insanların problemi bir sonraki adımı bilmiyor oluşumuz... İşte tam bu yüzden sabırsızız, vazgecıyoruz,umudumuzu kolay yitiriyoruz.. Banada bir melek, ilerki hayatımı gösterse sanırım bende cok farklı bır ınsan halıne gelırdım.. Bilinmezliğe yaşamak kötü yanı en azından bana öyle geliyor. Bazen her sey cok bos geliyor. Ölüm gerçeğinin olduğu bir dünyayı neden ciddiye alıyoruz kı.. Kalıcı olsak neyse.. Gidiciysem eger yanı sadece gecıyordum uğradıysam neden kendımı cok yormalıyım onu anlamıyorum aslına bakarsanız. Ciddiyeti anlamıyorum.. Herkes eğlensin bence...Melekler hıc bir seyı cıddıye almazlarmıs.. Ayrıca bır melegı yanınızda tutmak ıstıyorsanız karamsar olmıycaksınız..

Bugün panda head'ı kaybettım yanı beremı : ) Benım ıcın kucuk seyler cok önemli.. NY pazarından almıstım bir daha gitmem, çok soğuk o kadar yürüyemem.. Çok üzüldüm.. Ne zaman desem ki şunu seviyorum beni terk ediyor. Sanırım bir şeylere fazla enerji göndermemek gerekiyor..



Friday, December 17, 2010

Uyku bıraz uyku bütün istediğim buydu...

Mesela şu an kafamı duvarlara vurmak istiyorum.. ya da basasagı durup beynıme kan götürerek yenı bır ıylesme methodu denemek istiyorum. Off dönünce bu hastalığa sahip insanlarla kaynaşıp, bu işin bir çözümünün olup olmadığını sorucam. An itibariyle orayla ilgili en cok özlediğim şey: pasiflora.. Tamam o da bır halta yaramıyor ama en azından rahatlatıyor. Saat 4 ve ben 2'den berı uyanıgım kı yatalı cok olmamıştı ve şu an kahvaltı yapıp güne baslayabılırım, benı kımse tutamaz.. Aklımda olsun bulacağım işin çok yorucu olması lazım.. Reklam ajansındayken ne güzel yorgunluktan bayılıyordum hatta uyku yetmiyordu.. Bana rahat batıyor bu acık.. Gecesı gunduzu olmazsa böyle bır sorunumda olmaz..

Tamam sucluyum dun tatlı yedım ama yemeyıncede oluyorkı, sadece daha nadır o kadar. Öglene kadar uyuyan ınsanlara cok ozenıyorum bir mucize olurda bir gün iyleşirsem, bir gün aksama kadar uyucam.. Aslında her sey Tanrı'nın elınde olduğuna göre istese bızı uykuya ıhtıyac duymayan varlıklar olarak yaratabılırdı. Keske oyle yapsaymıs.. Ya da uyku yerıne gecen haplar yapsalar ıcınce uyumus gıbı olsan.. Harıka olmaz mıydı? Hem zamanımız ıkı katına cıkardı boylece.. Bu uykusuzluk bana dokunmasa yanı uyandıgımda harıka hıssetsem sıkayet etmez, zaman fazlamı kullanmaya bakardım ama gelın gorunkı öyle degıl. Bır sey yapıcak enerjınız olarak uyanmıyorsunuz kı.. Bayık ve sıs gozler, saclar kıvırcık olduğundan elektırıklenmıs saclar, huysuz bır ruh.. Belkı doktordan uyandıgımda enerjı verıcek bır ılac ıstemelıyım yanı uyutucak degılde tam tersı. Boylece zaman fazlamı kullanırım.. Gercı bu da kalbımı yorar ama bu sorun o kadar uzun zamandır var kı, aklıma artık aklı selım hıc bır sey gelmıyor.. İşin kötüsü ben yıllarca psikologlara servet yedirdim cünkü bunun psikolojık bır sorun olduğuna ınanıyordum : ) Lakın sonra herhangı bır ınsanın bu kadar uzun sure depresyonda olamıycagına karar verdım.. Doktorlar senın bır seyın yok diyip paramı alıp geri yolladılar. Hatta anti depresan da denedım bir süre ama yok hiç bir şey işlemiyordu.. Sonunda endokrinim bu uyku bozukluğunu şeker probleminin yaptıgını söyledıde bos yere doktorlarda sürünmekten kurtuldum.. Böyle sabah uyanıpta agzını ayıra ayıra esneyen ınsanlara özenen bır ınsan modelıyım..

Bu arada gecen gun Johnny Depp'in bır röportajını okudum. Şöyle demiş; en cok normal ınsan rollerını oynarken zorlanıyorum.. : ) Sanırım bende en cok normal bır ınsan olmakta zorlanıyorum.. Daha hıc olamadıgım ıcın nasıl olundugunu dahı bılmıyorum.. Bu arada Johnny Depp'i Tourist'te normal bır rolde görünce bende sasırdım acıkcası.. alışmışım şekilden şekile girmesine. Karayip Korsanlarının yenisine başlamışlar.. Gercekten takdır ettım bu oyunculuk zor iş yanı onun yaptığı gibi çok uç karakterleri oynamak, her seferinde baska bırı olmak cok zor hatta sızofrenık bır durum. Aslında müzisyen olmak istiyormus ama o ısten para kazanamıycagı ıcın vazgecmıs.. Setlerde aralarda hep gitar calıyormuş. İnsanın böyle bir zevkinin olması muhtesem ya. Hep bır muzık aletı calmak ıstedım, kendımı eglendırmek ıcın.. Maalesef su ana kadar bır kac gıtar denemesı dısında kısmet olmadı ama valideyi ikna edip salonun ortasına piyano koydurasım hala var, Tanrı bana ömür versin hepsine sıra gelicek..  Bırde yıne okudugum kadarıyla Angelina Jolie güzelliğinden bahsedilmesinden nefret ediyormuş. Şöyle demiş; her insan isterse güzel olur, benim bir özelliğim yok.. Bence güzel, gercekten.. Ne zaman izlesem dudaklarımda bir şişkinlik hissediyorum, psikolojımı bozuyor, bu acık...Belirtmeliyim ki, Johnny Depp'te güzel adam! ama caktırmayan güzellerden, var böyle tipler çok güzel olupta saklanıyorlar.. Gözlerinin altına kalem cektiğinde yakısan nadir insanlardan..Benım tabırımle güzel gözlü.. Bir insanın güzel olması için gözlerinin bakmayı bilmesi lazım.. Gerisi boş..  Lafı uzatıyorum cunku hala uykum gelmedı ve bu gıdıslede gelmıycek.. Zaten saatte 5 oldu.. Uyku hıkayelerı mı baslatsam, arkası yarın uyku serısı.. Bır kere daha denemekten zarar cıkmaz aslında yapabılırım.. Gercekten döndügümde pasifloraya sıkı sıkı sarılıcam.. Pıff Mac'i sarja takıp bıraz deneme yapalım.. Uyku hikayeleri pek yakında..

Wednesday, December 15, 2010

Haritadan bir yer seçtim kendime..

Haritayı açıp kendime yer seçtim ve açıklıyorum.. Buna hazır mısınız? Bundan sonra bulunmak istediğim yer ''Avustralya''dır.. Haritayı açınca en çok onun haline üzüldüm. Yazık kıyamam, öyle terk etmişler gibi güney yarım kürenin bir kösesine kıvrılmış duruyor. Hiç bir ülkeye karası olmayan bir ülke, böyle söylediğimde çok garip geliyor kulağa öyle değil mi? Bu arada haritayı açıp ülke seçmekle kalmadım, dostum wikipedia'yı açıp biraz araştırma da yaptım. Avustralya ismi Latincede güney demek olan Avustralis'den geliyormuş. Resmi kayıtlara göre Avustralya anakarasını gören ilk Avrupalı, Hollandalı kaşif Willem Janszoon'muş.. Ben fena halde sanal dünyanın yalancısıyım.. Eskiden Meydan Larousse'lerimiz vardı değil mi, ansiklopediyi açar saatlerce aradığımızı bulmaya çalışırdık. Ben zaten aradığıma gelene kadar okumaktan öyle bir oyalanırdım kı, aradığımı unuturdum. Tabi bu bahsettiğim benim ilkokul-ortaokul zamanlarım. Şimdikiler ansiklopedi ne demek biliyorlar mıdır ki?

Neyse konuyu karıştırmayalım.. Bundan sonraki hayatımda hep olucak bir oyun başlatıyorum.. Haritadan bir yer seçip oraya  gitmenin peşine düşücem.. Avustralya'da çok uzak bee diyenler için, onu bende farkettim. : ) Biraz vurur ama öldürmez.. Yüzölçümüne bakılırsa dünyanın 6. büyük ülkesiymiş. Ben yıllarca Avustralya'nın başkentini Sydney sandım.. poor coğrafyam.. Avustralya diyince aklıma bir tek orası geliyordu ve dolayısıyla da orayı başkent tutmuştum ben.. Sonra aslında Sydney'ın en büyük şehri olduğunu, başkentinse  Canberra olduğunu öğrendim. : ) Eeh arada yanılabılıyorum canım, sizin olmaz mı hiç.. Neyse sonuçta Avustralya'ya gitmeden önce eminimki bir kaç Avrupa ülkesi daha gezerim, uzaklığından dolayı bu biraz uzak bir hayal oldu  ama yinede belki kaderim razı gelir, şakacı meleklerim bir şeyler ayarlar da bir sürede Sydney'de yaşarım. Benim google'da Avustralya'yı sadece Sydney sandığından, ordan başka yerin görsellerini pek elde edemedim ama bulduğum görseller ağız sulandırıcı.

Burda yani NY'da günler iyice eğlenceli geçmeye başladı.. Bu ülkenin en çok karışıklığını seviyorum yani bugün saydımda tam beş ayrı milletle sarılıp öpüşüyorum bir günde hatta bazen daha bile fazla oluyor. Bu çok hoşuma gidiyor, farklı kültürler farklı bakış açıları, insanın vizyonunu öyle bir genişletiyor ki, günden güne düşüncelerim değişiyor. İlk geldiğimde bütün çekik gözlülere lanet okumuştum sonra aradan bir ay geçince her şey tersine döndü. Onlarla aramdaki en büyük anlaşmazlık; Tanrıya olmayan inançları.. Nerdeyse hepsi ataist.. Tabi bu bahsettiklerimin geneli erkek, hatunların ailesi arada kliseye falan gidiyormuş. Koreliler çok sıcak kanlı, ben kendi ülkemde bile bu kadar cok kımseye sarılmıyorum. Her buluşmamızda bir çığlık ve sarılma efekti bizi takıp ediyor. Öpmek gibi huyları yok tamamen Teletubbisel hareketler içindeler. Fransızlar, ukala.. ve biraz şımarıklar.. Neyseki benim sevmediğim bir şeyi daha cok bagrıma basarak kendimi zorlama huyum var. Bu şekilde yarı fransız yarı Amerika'lı arkadaşım Max'le anlaşmayı başardım, hatta bugün onu ısırdım. Hayır köpek değilim, arada böyle şeyler yapabiliyorum, sevgi belirtisi.. Ispanyollar, onları anlatmaya nerden başlasam bilemiyorum.. Çok İspanyol tanıdım ama benı en cok ugrastıran durmadan konusan İspanyol avukat oldu. No No No No... her cümle arasında hızlı bir şekilde tekrarlıyor.. Her gün nasılda avrupa birliği üyesi olduklarını tekrarlıyor, bizi arap sanıyor. Geçen gün ülkede çikolata olup olmadığını sordu! Araplar genelde serbetli tatlılar yermiş, ondan çikolatamız olmadığını düşünmüş : ) Çocuk aldırmak, kadınların araba kullanması yasak sanıyor.. Yani anlıycağınız çok cahiller.. Kulaktan dolma bilgileri var, hiç açıp araştırmamışlar veya gelip gitmemişler.. Bana Avrupa Birliği üyesi oldukları için pasaport yerine gecen kartıyla hava yaptı bır sure : ) O kartla 100 gün Avrupa'da dolaşabilirmiş ama daha uzun kalmak ısterse o zaman vize alması gerekirmiş.. Çok konuşuyor çook.. Bende bunu fırsat bilip her şeyi öğrendim aslına bakarsanız. Bende avukat olduğumdan, hukuk sistemlerinden, şikayetlerine kadar adamın hayatını didik didik ettim. Ona kalsa Istanbul'daki ofislerine başvurmalıyım. Mesleğimi yapmıyorum dedim yirmi kere falan, yirmibirinci kere başvurdun mu diye sordu.Anlıycağınız burdakı ınsanların coğu dinlemeyi bilmiyor. Siz konusurken dinlemek yerine bunun üzerine kendi ne söyliycek onu düşünüyor..İlgimi çeken başka bir konuda özellikle Türk erkeklerinin çok ilgilendiği bir konu; rus kadınlar.. Bir rus arkadaşımdan öğrendiğime göre; Rusya'da savaştan kalan bir erkek kıtlığı mevcutmuş.. 27'sinde olup da bekar olmak çok kötü bir şeymiş, hoş karşılamazlarmış. Arkadaşım evlenmiş ama sevmeden.. Neden diye sorduğumda, baktım iyi adam dedim ve evlendim daha falza bekar kalamazdım dedi. Yani ben Rusların Türk erkeklerinde ne gördüklerini merak ederdim hep : ) Meğerse kıtlıktan ne yapıcaklarını şaşırmışlar! Demek ondan onlara farklı görünüyor dünya..Anlıcağınız benim hikayede bir tek Karadenizli eksik, bir de temel bulsam fıkra tamam olucak..

Avustralya diyordum ve laf karıştırdım değil mi? Amaan ben bunu hep yapıyorum, ne olmuşki?

Thursday, December 2, 2010

Müzikalleri kıskanıyorum,istiyorumki bizimde olsun..

Bugün ayrı bir güzel.. Tamam burda hava berbat, dünden beri yağmur yağıyor, her yer çamur ama ben güzelim, içim güzel ve bugün güzel.. Ne anlatıcaksın bize bugün hikayeci kadın derseniz; sahne sanatları derim.. Çok ilgimin olduğu başka bir konuda bu. Bu aşk, bu sevgi,mutluluk.. Her perde kapandığında, selam faslında, gözlerim doluyor, o kadar sevıyorum o büyüyü..Burda birde müzikallerde sahneye atlayıp sarılasım geliyor, o kadar etkileniyorum. Aslında sinema okudum yanı  daha cok ilk fimlerden başlayarak akımları, kuramları öğrendim diyelim. Yüksek lisansta pratiğe dair kamera ayarları, montaj dısında pek bir şey öğretmıyorlar. Birde bir kaç kere stüdyoya girip çıkıyorsunuz reji kısmını öğretiyorlar o kadar. Gercı bu benım okulumda böyle çünkü sinema bölümü bence olması gerektiği gibi güzel sanatlara değil de iletişim fakültesine bağlı : ( Teoride sinema biliyorum yanı, film okuyabiliyorum, izlerken daha cok zevk alıyorum. Tabi asıl aşkımı merak ediyorsanız; Sahne sanatları ya da daha dar adıyla, ''Tiyatro''... İşin aslı sahne üzerindeki her hadise beni cezbediyor ama tiyatroya ayrı bir sempatim var. Kendisiyle 10'lu yaslarımın basında tanıstım.. Önce serüvenım sehir tiyatrolarıyla AKM dolaylarında başladı. O yüzden AKM'nın yerı benım ıcın hep ayrı oldu ve su ankı durumuna da içim çok burkuluyor.. Aziz Nesin Sahnesi, Büyük Salon gezip durdum yıllarca sonrada devlet tiyatrolarına dadandım. Sanırım özel oyunlarla tanışmam daha uzun sürdü. Daha cok topluca organizasyon yapıldığı zaman katılıyordum hala da öyle. Gidip bilet aldığım nadir olur. Aaa ama oyun atolyesini ayrı tutuyorum! Kadıköy'ün yolları her zaman taştan, o çıkardı benı benı bastan : ) Haluk Bilginer'e aşığım bunu başka türlü tanımlayamıyorum yani oyununa, sahne üzerindeki duruşuna ses tonuna hastayım.. İşte bu yüzden genelde Oyun Atölyesinin çıkardığı oyunları büyük bir ilgiyle takip ediyorum. Şimdi bu genel olarak sevdamdan bahsettikten sonra asıl değiniceğim konuya gelelim; ''Müzikaller''

Sahi bizim bir kaç denememiz oldu müzikal konusunda ama pek başarılı olamadık sanırım yani öyle yıllarca devam etmedi hiç bir müzikalimiz. Burda ve tabiki Avrupa'da mesela Londra'da da aynı oyunlar yıllardır ağzına kadar dolu salonlarda oynanıyor ve inanın oyunların görsellik dışında hiç bir özelliği yok! Sadece cok üst düzeyde bır teknoloji kullanıyorlar bundan dolayıda inanılmaz bir güzellik ortaya çıkıyor. Phantom of the opera'da deniz effecti vardı mesela büyülendim resmen, Wicked baştan aşağıya konusu itibariyle sihir doluydu. Çok basit konular sahnelenenler ama o dekor, o müzkler, o insanların diyaframdan geliyorum diyen sesi  var ya işte olay orda dur diyor! Bakın bu sağdaki Wİcked'den : ) Bana kalsa her türlü görselliği fotoğraflardım ama maalesef çekim yasak ve yapmanız halınde gercekten rencıde edılıyorsunuz : ) Burda da her yerde olduğu gibi kurallar ve yasaklar var ama bir küçük fark var o da hepsinin gerçekten uygulanıyor olması. Neyse laf kalabalığını gecersek bu karede görünen tepedeki kanatlı şey bir hareket ediyor, görünce kendimden geçtim. Sahne yedi kat ve her katta ayrı dekor var. Hava, yer altı her şey tek tek kullanılıyor. İnanlmaz bir görsellik ya.. Her müzikal izlemeye gittiğimde ayrı etkileniyorum. Tabi hepsi bu kadar görsel öğe barındırmıyor. Bu bahsettiklerim en çok barındıranlar. Mesela, Rock of Ages'de öyle bir görsellik yok sadece inanılmaz bir müzik şöleni var. Ses aralıkları neyse artık çok etkileniyorsunuz.Bu soldaki karede Rock of Ages'den. Tabi bütün bunların yanında oyunculuk yok dersem haksızlık olur. Sadece sanki aşırı görsellik ve müzik ziyafeti olduğundan oyunculuk biraz geri planda kalıyormuş gibi. Bence bizim ihtiyacımız olan şey müzikal için özel oyuncular yetiştirmek yani şarkıcıları kulağından tutup getirip hadı sımdı sızınle müzikal yapıyoruz demekle olmuyor. Tamam zamanında Lüküs Hayat olmuş ve cok da tutulmuş ama zaman değişti ayak uydurmaz, eski methodlarla ilerlersek bir yere varamayız. Sahne sanatlarında sahne düzenlenmesi işin resmen %50'si ve maalesef bildiğim kadarıyla bizde sahne sanatları sadece askerlikten yırtmak ya da okumuş olmak için okunuyor. Çok az bir azınlığı yine ayrı tutuyorum, kimsenin hakkını yemek istemem. Biliyorum bu görselliği yaratmak çok pahalı bir şey ama müzikal izlemeninde ucuz olduğunu kim söylediki.. Bir kere yapıldıktan sonra tuttuğunu insanların akın akın gittiğini ve bu yapılan masrafın kat be katını çıkarabildiklerini biliyoruz. Hem bunun canlı örneğini hepimiz ''Anadolu Ateşi''nde yakından takip ettik. İstersek yapabiliriz. Bence yapmamız gereken bir müzikal'de gercekten rol alabılıcek o ses kalitesine sahip o oyunculuğa, sahneye hakim insanları tercih etmek . Konu çok da önemli değil yanı gökteki yıldızı yere indirmeye calısmaya gerek yok. Haluk Bilginer bir müzikalde olsun isterim mesela.. Yetkililere sesleniyorum.. Bizim hiç bir şeyimiz eksik değil! İstesek en alasını yaparız.. Kıskanıyorum, istiyorum.. İstanbul'uma çok yakışır bu görsel şölen..

Wednesday, December 1, 2010

Yediklerinizle barışma zamanı

Az uyuyorum, çok yazıyorum.. Ben bunu  hep yapıyorum.. Az uyku zaman fazlası demektir.. Aslında eğlenceli bir şey, artık yakınmıyorum, mesela saat 10'da size öğlen olabiliyor. Orjinal bir hayat tarzı, adım gibi.. Okurken cok ıse yarıyordu saat 5'te telefon konusabılıcek durumda oluyorum, sıfır uyku, acık zihin.. Kitap yazsam değil mi? Ben bu zaman fazlasını bir yerde kullanıcam ama durun bakalım, şu bir kaç ay geçcin, iyileşip iyleşmediğime bakıyım ona göre bir değerlendirme yapıcam. Yok, şu an blogumu bunları yazmak ıcın acmadım : ) Beslenmek zor iş değil mi? Biraz bunun hakkında yazmak istiyorum.. Ne zorlanıyor değil mi çoğu insan zayıf kalıcam diye. Amaaan Tanrıııım!!! diyet mııııııı!!!! Hayır, hayır bahsedeceğim o değil daha da doğrusu ben hiç bir zaman o kelimeyi kullanmadım.. Düzgün beslenme diyelim biz şuna.. Ben yaklaşık 15 yılda 20 tane beslenme uzmanı 5 tane endokrin  gördüm. Hayır durun obez falan değilim : ) sadece özel bir durumum vardı ve nasıl beslenmem gerektığını bulamıyorlardı. İnsülin direci denilen bir belaya sahibim ve buda hayatımı birazcık zorlastırıyor. Eee eskıden yanı bu hastalığı doğru dürüst doktorlarda bilmiyorken cok daha zordu, doktorlarla karsılıklı oturup aglıyorduk, ne yapıcaz sımdı dıye.. Neyse sonra anlasıldı, bulundu falan filan ama ben bu sürede yanı doğru neymıs onu ögrenene kadar her türlü tekniği denemıs oldum. Hıc unutmam bır beslenme uzmanım, ben sana referans olurum sen artık beslenme uzmanı olabılırsın demısti. Yazık, o gün kadının gözlerinde hüzünü görmüştüm. Yani diyeceğim şu ki, eğer siz normal, hıc bır hastalığı olmayan, sadece kilo almaya meyilli bir  yapıya sahip biriyseniz, aslında hayatınız cok kolaydır ama hıc bunun farkında değilsinizdir.

Klasik şeylerden bahsetmıycem; kahvaltıda bır kıbrıt kutusu kadar peynır!! gecın o ıslerı, gerek yok! Yapmanız gereken tek sey bır gunde aldıgınız yağ, protein ve karbonhidrat dengesını kurmak. Her insanın kilo almasının sebebi aynıdır insülininizin dengeyi kuramıyor oluşu. Bunu tetikleyen şey ise, karbonhidrat! Evet, doktor gibi oldum.. dedim yaa ben her seyı denedım : ) Eğer fazla karbonhidrat alırsanız yanı yağ, ekmek, şeker gıbı bunlar ınsulınınızın dengesını bozar ve sızde buna baglı olarak kılo alırsınız. Bundan sonra hep zayıf olabılırsınız, bu hem güzelliğiniz için hemde sağlığınız için gercekten gerekli. Bunu yapmak ise o kadar kolay kı.. Anahtar kelıme: Protein. Atın karbonhıdratı hayatınızdan, emın olun bır kere kendınızı alıstırınca bır daha zaten canınız ıstemıycek. İkinci anahtar kelime ise: Süt. Hadi itiraf edin coğunuz sütün sadece cocukken bır de yaslanınca kemıkler ıcın gereklı oldugunu düşünüyorsunuz. İşte tam orda yanılıyorsunuz! Süt varya can can.. Hemen markete gidin evi sütle doldurun, o kadar da ısrarcıyım.. Ikı saatte bır proteın alın kılo verme hızınız ıkı katına cıkıcaktır. Tamam ben kan sekerım ıcın ıcıyorum yanı ben hasta oldugum ıcın sık beslenıyorum ama bu hasta olmayan ınsanlarda da işleyen bır methoddur.Unutun ac durmayı hatta doktorunuz söylese bıle hayatınızın yanlısı olur. Çalışan bır mekanızma var ıcınızde eğer ona bır sey gondermezsenız yakıcak bı sey bulamaz bu da kıtlık alarmı vermesıne ve butun depoyu yaga cevırmesıne neden olur! Alın basınıza belayı! Ikı saat arayla yersenız daha doğrusu süt ıcersenız ve karbonhıdratı mınımuma ındırırsenız, sabah ıstedıgınız kadar peynır yıyebılırsınız, ekmegı kısıtlı ve bugday turlerınden tuttugunuz surece sıze kımse karısamaz. İlaç falan sakın denemeyın! Onların hepsı bos ve saglıga zarar verıcı ısler.. Hem siz süt içtiğiniz sürece cildiniz güzelleşir, yaşlanmanız gecıkır. Üstüne bır de egzersız dolu bır hayatınız varsa yaslılıgınızda kemik erimesinden korkmanıza gerek bıle kalmaz.

Kendımden bıraz yakınmam gerekırse; hayır zaten vermem gereken kılo yok, ben halımden memnunum ama doktor değil! İlla o kemıklerım batıcak : ) Yok,yok hastalığın baska tedavı seklı yook! İlaç kullanmak tek basına yeterlı değil maalesef. Yanı zorla 90-60-90'a kosan tek kadın olabılırım.. Ben sadece ıylesmek, oglene kadar uyumak ve gun ıcınden enerjı dolu olmak ıstıyorum. Başka bır derdım de yok takıntımda.. Siz benı dınleyın, düzgün beslenın. Her haliniz sağlıklı ve yakısıklı olsun. Kendınızı bır suru hastalıktan koruyun..