Sunday, December 18, 2011
Belkide Düşüncelerimiz Hayatımızı Yazıyor..
Eğer her sey mantıksa dogaustu hıc bır sey yoksa yanlıs bır sey yapıyorum demektır cunku o zaman her sey olacagına varmaz. Bu vardıgım sonuc benı mutlu etmez. İnsanoğlunun kafayı saglam tutması ıcın dogaustu bır seylere ınanması gerekır. Bır güce dayanması gerekır.. Her sey bilimle acıklanabılıyorsa bu üzücü olur.. O zaman doğaüstü hiç bir şeyden, bir şeylerin bize yardım ettiğinden bahsedemeyiz. Demek istediğimi anlatabiliyor muyum emin değilim. Her şey akılsa, mantıksa ve yaptığım hataların hepsi benimse, öyle olması gerektiği için öyle olmuyorsa yani Tanrı istemediğinde de yaprak düşüyorsa baştan beri hata yapıyorum demektir. Galiba şu anki kafa karışıklığımın nedeni bu zamana kadar aksine çok güçlü bir şekilde inanıyor oluşum. ''Secret'' ile başlayan ve devam eden düşünce gücü kavramını anlatan kitapların çoğunu okumuş olmama rağmen yeni anlıyorum sanırım. Bunu ispatlamanın bir yolu olmalı... Eğer kaderimiz yazılı değilse yani neyin ne olucağı belli değilse her şey kısmet değilse, uppps!! Komuta bizde demektir.
Buna çok bozuldum ama sonuçta her olasılık bizdendir. Hepsi hakkında düşünmek gerekir. Biz büyüklerimizden öğrendiğimiz için ya da toplumun çoğunluğu din'e bir dogmaya inandığı için düşünce sistemimiz doğduğumuz andan itibaren kaderle, kısmetle oluşuyor. Oysa bunun tam tersiyse yani hayatımı baştan itibaren benim düşündüklerim yönetiyorsa ki bunun aksini ispatlıyacak bir tane bile kanıt bulamıyorum, kafam çok karıştı demektir. Aslında iki sistemde sonuçlar aynı ama gidiş farklı. Anlıycağınız hoca gidişe de puan veriyorsa ben bu dersten kalırım.. Bu da nerden çıktı bu yaşında derseniz, bence varoluşumuz hakkında düşünmeyerek hata yapıyoruz. Asıl yapmamız gereken önce neden yaşadığımızı bulmak. Olayların nasıl şekillediğini bulmak, işaret takip edebilmek. Maalesef kapitalist sistem gereği para kazanmak için koşturmaktan bunları düşünmeye, anlamaya hiç fırsat bulamıyoruz. Tabi işin şu yanı da var, her şeyi ispatlaymayız, özellikle dini tarafta bir yerde tıkanırız ve sonucunda neye istiyorsan, seni ne mutlu ediyorsa ona inan mantığına çıkarız. Durum böyleyken yinede bu ''düşüncelerimiz hayatımızı yazıyor'' söylemi korkutucu. Bundan sonra düşünürken daha dikkatli olucam, hareket ederken de..
Sunday, October 23, 2011
Vakit tamam..
Saturday, September 24, 2011
Instagram Sorunsalı..
Çok takıldığım bir konu var.. Bugün bunun hakkında yazmak ıstedım. Sizce fotoğraf sanat mı? Neyi çeken adama fotoğraf sanatçısı deniyor ya da? Aslında günümüz gelişen teknolojisiyle herkes kendini fotoğrafçı zannetmeye başladığı için bu konuya takıldım. Kım tam olarak bu fotoğraf sanatçısı dedıklerı? Daha önce yazılarımda bahsettiğimden bilirsiniz, bu işe çook çook meraklı bir çömezim.. Çok uzun zamandır elimde makine var ve bu işi bir meslek olarak yapamadığım için hala üzülüyorum. Lakin içimde bir hüzünle beraber bir merakta var. Ne yapınca fotoğraf sanatçısı olunuyor? Bu işi meslek olarak yapamadığıma göre, eğer bana sanatçı demelerının bır yolu varsa ordan gidiyim dedim de ondan bu tiyo almaya çalışmalarım.
Şimdi efeniim.. malumunuz teknoloji geliştikçe gelişiyor ve buna bağlı olarakta anı dondurduğumuz makineler açtıkları çığırlara doymuyorlar. Benim eskime gidersek önce filmli makineler, banyo süreçleri, karanlık odalar vardı. Siyah beyaz film diye ayrı bir sey vardı oysa şimdi bir fotoğrafı siyah beyaz yapabilmek nerdeyse bir saniye sürüyor.. Her şey o kadar digitalleşti ki.. Uçuk makinelerden sonra nerdeyse kullandığımız her alete birer fotoğraf ayrıntısı iliştirildi. Şimdi fotoğraf çekmek için bir makineye bile ihtiyaç duymuyoruz. Her şey çıldırdı, evet böyle diyebiliriz. Bir kaç yıl önce, Iphone diye insan icadı oldugundan şüpheli olduğum bir makine çıktı , sizi temin ederim hayvan kadar makinem nikon'dan iyi bazen. Hizmette sınır yok! Şimdi birde grafik kullananamayanlar ama isteyenler için Instagram diye bir program icad edildi ve herkes daha bir sanatçılığa yaklaştı. Bundan sonra sanki ne çeksek sanat.. Ampul çekiyorum bir filtreliyorum başka bir şey oluyor. Ne çekerseniz çekin göze hitap eden bir objeye dönüştürebiliyorsunuz. O yüzden de benim kafam karıştı, sizce hangisi sanat? Kim sanatcı ya da fotoğraf gerçekten sanat mı? Çünkü sizi temin ederim çektiğine bakıp gurur duyan insanlar oluşmaya başladı. Şimdi makine bilen yani fotoğraf çekmeyi bilen adamla sonradan ışığıyla oynayan adam arasında fark kaldı mı?
Benim bakışıma göre, fotoğraf çekmek yetenek. Fotoğraf çekmek aynı manzarayı, aynı objeyi özel bir açıdan görebilmek demek. Ben herkesin aynı göze sahip olabiliceğini asla düşünmüyorum. Evet, etrafımda buna inanmayan ve tabiri caizse dalga geçen çok insan var ama bence öyle, herkeste göz var ama herkes göremez.. Hep bir klişe vardır ya, bakmak ve görmek arasındaki farktan bahsederler. İşte bahsettiğim tam olarak o. Yine de şu an günümüz teknolojisiyle bakıldığında kavramlar çok birbirine karıştı gibime geliyor. Sanırım en çokta İnstagramdan veya benzeri programlardan sonra.. Ne biliyim biraz basite indirgendi gibi ve bu beni biraz üzüyor.. Instagram'ı suçlamıyorum sakın yanlış anlamayın. Sadece hayatında hiç makineyi eline almamış ve diyafram, enstantane, ISO.. gibi şeylerden habersiz insanların çok büyük bir iş başarıyormuş gibi davranmalarına kızıyorum biraz. Bu kadar basit olmasın.. Saygılar bizden efenim..
Sunday, September 4, 2011
Ah şu evren dedikleri
Bugün size son zamanlarda hayatımıza giren yabancı kavramlardan bahsetmek istiyorum. Aslında ben cümlelerimin özne ve yüklemlerini kasıtlı olarak yanlış yerlerde kullanırım kı çok anlaşılmıyım ama bu yazının konusu ağır olduğu için buna biraz özen göstericem. Ne demiştik bugünün konusu yabancı kavramlar. Bugünlerde, eskiden duyup bilmediğimiz kavramlar giriyor hayatımıza. Evren gibi secret gibi düşünce teknikleri gibi daha önceden nerdeyse hiç duymadığımız kelime dizileri. Peki iyi de zaten son zamanlarda çok fazla popüler olmuş ve hepimizin en azından ucundan kıyısından merak edip ilgilendiği bu alanlara şu an ben neden değiniyorum? Çünkü bunun bir ama'sı var..
Öncelikle merak ettiğim şey, neden hayatla bu kadar çok problem yaşadığımız. Neden sürekli tutunacak bir şeylere ihtiyacımız var ya da bütün bu yeni kavramların eskilerinden ne farkı var? Aslında hiç.. Değinmek ve kurcalamak istediğim noktada tam burası. Bu yeni ortaya atılan evren, enerji gibi kavramların eski koca karı laflarından elle tutulur bir farkı yok. Olan bir şeyi başka bir şekilde söylediler ve nerdeyse milyarlar peşinden gitti. Doğrusu bunu yadırgadığımı söyleyemem, son moda dünya böyle. Düşünsenize dünya üzerinde ne kadar çok değişik kavram olabilir ki? Yeni dediklerimiz sadece eskilerin söyleniş şeklinin değiştirilmişi. Hayır şimdi tüm bunlara hurafe diyip kafanızı karıştırmıycam, gelmek istediğim nokta başka. Benim asıl anlamadığım bu tür şeylerin olay yaratması ve bazılarını şaşırtması değil, benım anlamadığım son zamanlarda aynı şeyi söyleyen iki kavramın birden insanları şaşırtması. Yanı daha açık anlatmam gerekirse; biri çıkıp secret dedi ve bir sürü insan ''waaaaaauuuuuw'' dedi. Daha sonra biri çıktı pozitif düşünce dedi ''yapmaaa bee'' dediler. Bundan sonra birileri çıkıp meleklerde var dedi ve toplum öyle çıldırdı ki tepkilerini yazamayacağım. Oysa sizinle küçük bir sır paylaşmam gerekirse söylemek isterim ki zaten bütün bunlar yüzyıllar önce her din indirildiğinde ayrı ayrı bilinmekteydi ya da bilinmeliydi. Yok yok kısa kesmeyeceğim. (Türkçe'ye bak be! : )) Doya doya anlatacağım tutmayın beni.
Bu işin benim bildiğim başlangıcına dönersek sanırım secret'a gitmek gerekir. Yıllar önce bir kitap çıktı adı secrettı ve dünyayı ele geçirmişti. Kitap küçüktü ve o kadar da kalın sayılmazdı ama etkisi büyük oldu. Bir dönem, anlamını bilmeyenlerin bile diline doladığı bu masum kelimenin hayatımızı kurtarabileceğini falan düşünmeye başlamıştık. Kaçın o geliyoooooR.. ''SECRET''. Peki ne diyordu? Diyordu ki, pozitif düşünün, pozitif davranın, olumlu kelimeler kullanın ve evreni yanıltmayın. O sırada bizden bir ses yükseldi, bu evrende kimdi? Mahalleden bir arkadaşımız falan mı? Sonra okudukça anladık ya da anlamadıkta kabullendık. Evren, etrafımızda bizi duyan bize sevgi gösteren ve iyiliğimizi düşünen soyut bir alandı ve bizi şikayetçi olduğumuz her şeyden kurtarabilirdi. Bu esnada kafamızda ampuller çaktı. Acaba mı dedik, bütün bunlar doğru olabilir mi? Bir çoğumuz denedik, onunla konuştuk, kitapta dediği gibi olumsuz ekleri attık ve hayatımız değişsin diye bekledik. Bazılarımız hayal kırıklığına uğradı bazılarımızınsa hayatı değişti. (Belki değişen vardır) Sonra aynı akımı takip eden bir çok kitap bir çok insan çıktı ve anlattı. Ben hep aynı şeyi anlamadım. Bunu yani pozitif olmanız ve her şeye her zaman şükretmeniz gerektiğini, büyüklerinizden, dini kitaplardan şimdiye kadar öğrenmiş olmanız gerekmiyor muydu? Dinden örnek vermek gerekirse, müslümanlık isyan etme dua et temelli değil midir? Ne oldu da şimdi uzayı keşfetmiş gibi olduk? Anneniz size küçükken büyük konuşma başına gelir demedi mi hiç? Ya aglamak ağlamayı getirir derler hep.. Evet sanırım şu an neyden bahsettiğimi anladınız. Bütün bunlar yani kitaplarda bahsedilenler zaten hayatımızda bilinçsizce var olan şeyler. Bunun kitaplarla farkına varılmasının sebebi de benim her zaman takıldığım, hayatımız üzerine hiç düşünmeden yaşıyor oluşumuz.
Size neden bu konu üzerine yazdığımı da anlatmam gerekirse, geçen gün bir arkadaşım bu konuyla ilgili yazan yeni bir yazarın bir kitabından bahsetti. İnanın bana gözlerindeki ışığı gördüm, aydılanmıştı.. Bu konuyla ilgili bütün yazılan ve bundan sonrada yazılacak kitaplar aynı şeyden bahsedecek. Şu an popüler olan meleklerle ilgili kitaplarda öyle. Bu hayatta tek sır var o da yaşamanın hayatı hafife alan insanlar için daha kolay olduğu. İyi düşünürseniz mutlu bir insan olursunuz ve mutlu olursanız hem insanlar hem melekler hem Tanrı size daha kolay yardım eder. Kendinizi ne kadar kapatırsanız o kadar karanlığa düşersiniz. Zorlaştırmayın kolaylaştırın. Ağlamayın her tersliğe gülün. Uzun sürse bile bir süre sonra onlar da size gülücektir. Unutmayın tüm dinlerde yeri var, melekler ucabılırler çünkü onlar kendilerini hafife alırlar. İsyan etmediğiniz sürece her şey çok kolay.
Saturday, August 20, 2011
Ciddiyetsizlikle..
Uzun zamandır bir şey arıyorum. Hayır, ne olduğunu bilmiyorum.. Zaten neyi aradığını bilsen aramazsın kı bulursun.. Arayan bulur derler ya hep, arayan bulur.. İşte ben onu arıyorum yanı bulamadığım bir şeyi.. Denedim, senelerce her şeyi, her yöntemi.. Yok.. olmadı, bulamadım.. Doğru söylüyorsunuz, neyi aradığını bilen insanın önünde kimse duramaz diye.. İşte ben neyi aradığımı bilmiyorum daha çok. Okuyorum, yazıyorum, çiziyorum.. Hep buldum sanıp her defasında başa dönüyorum.. Hayır, okuduğum tonla kişisel gelişim kitabı kar etmedi. Bu kadar zamanda anladım ki, sizle beraber insanlarda değişmiyorsa değişmenizin bir anlamı yok. Siz kavrayıp onlar kavrayamadığında ya deli olursunuz ya da değişik.. Değişimle beraber etrafınızıda değiştitircek gücünüz varsa belki bir işe yararsınız.. Dedim ya ben daha aradığımı bulamadım..
Aradım.. tanımadığım adamlarda.. tanımadığım hayatlarda.. göz yaşlarımda.. Tanrı'da.. Her deliğe baktım dememe çeyrek kala.. Aradım.. çoğu zaman bana kara delik gibi gözüken boşluklarda.. Durmadan döndüğüm kararlarımda.. Sahi siz bilir misniz neden karar alırız? Hiç uygulayan oldu mu aldığı kararları.. Evet, itiraf etmeliyim dostlarım ben kararlarımı hep dönmek için alırım.. Kapıdan bakarım, içerdeki sevimsiz, soğuk kalabalık hoşuma gitmez genelde ve voltamı alırım.. Ben kararlarımı değil de onlar benı uygular genelde. Bır tek teoride güzelim ben, bilirler uygulamam kötü.. Sağlamamı ne zaman yapsalar gidiş yolundan puan kırılır.. Puan kırmamak ıcın görmezden gelirler.. Birde öyle bir geyik var değil mi? Bu toplumda değişik insanları ya bir kalıba sokarlar ya da görmezden gelirler. Oysa bilirler ilerde baş etmeleri gereken biri çoktan doğmuştur ve artık kürtaj için çok geçtir. Düşünce kürtajı diye bir şey var bana kalırsa bu dünyada.. Düşünceyi daha ceninken öldürmeye çalışmaca.. Bakışlarla, sosyal baskıyla, cesıtlı damgalamalarla. Sindirmeyle, cezayla.. Yılanın basını yokken ezme mantığıyla.. Elbet bilirler bir hayalle baş etmeye çalıştıklarını ama bu kimin umurunda.. Ne var bılır mısınız dostlarım, benı anlamadığınızı ıyı bılırım.. Gelip gecerken bır ayyas takılır belkı umutlarıma oturup hayallerimizi içeriz diye bütün bu yazdıklarım.. Dedim ya sadece ararım.. Belki bundan sonra gideceğim tüm ülkelerde tüm düşüncelerde tüm tanımadığım ve benı tuhaf bulucak ınsanlarda.. Gece eve dönmeden önce iki tek atarım bahanesiyle girdiğim barlarda.. Barmen'ın hardal rengi lekeli gömleğinde.. Kayıp bakan ela gözlerinde.. Garip hatunsun cümlesinde. Israrla istediğim değilde kendi istediği içkiyi vermesinde.. Benim bunu sessizce her defasında kabullenmeme ragmen her seyı hep bastan yasayısımızda..
Ben hep gitmek isterim dostlarım, hep aklımda.. her gün giderim aslında her doğan günde.. Düşlerimde, yazdıklarımda, çizdiklerimde.. Hep gittim sandılar hep gittim çünkü.. Başkalarının hayatlarından.. Başkaları benım hayatımdan. Kalırım diyene aldanmadım dostlarım, ben hep bildim. Hangımız kalabılıyoruz kı bu dünyada ölüm var oldukça? Hayatlarımızda bu kadar agır bır gercek varken nasılda komık gelmıyor mu kulağa.. Üzüldüklerimiz, düşündüklerimiz.. Hiç olmıycakmıs gıbı yasarken kendımızı hırpalayısımız.. Ölüm varsa bız yokuz her defasında. Bıze emanet edılen bedenlere ezıyetten baska nedır kı üzüldüklerimiz.. Oysa ciddiyet olmamalı hayatlarımızda.. Her sey olması gerektıgı ıcın, olması gerektığı gıbı.. Ciddiyete karsıyım ben.. Hep davet edıyorlar daha hıc ıcabet edemedım.. Bazıları kızıyorlar bunun ıcın.. Ölüm haberı bıle veremıyorsun dıyorlar.. Ölüm ciddi bır sey mı kı dıye soruyorum. Son mu baslangıc mı bılmedığın bır seye üzülüp duruyorsunuz.. Bılırım, cümlelerimi hep genclığıme verıyorsunuz.. Oysa zaten hep cocuktum ben.. Daha hiç ergenliğim olmadı. Olgunluğum da öyle.. Hıc hanım olamadım, koca kadın da öyle.. Ciddi olamadım hayatımdakı hıc bır adamla, hep davet ettıler ama hıc gıdemedım.. Bazıları bana cok cıddı geldıler. Oysa bılır mısınız aa dostlarım benım en yakınım melekler nefret ederler bunun kelımesınden.. Ciddi olan hıc bır seyın yanına yanasmazlar.. Bakarlar kım eglenıyorsa onun omzuna konuverırler.. Inanmadınız bana bılırım ama kım demıs kı denemesı parayla? Bır sonrakı yazıma kadar kendınıze cıddıyetsızlıkle bakın.. Bır deneyın her seye gülmeyı bakın ne kadar güzelleşiyor arayışınız bıle..
Saturday, August 13, 2011
Alkol hep yalan..
11 ayın sultanı kutsal ramazan.. Bu ayı severım, büyülü gelir bana.. Nedense hep sevgiyi, beraberliği hatırlatır.. Pek içine dahil olmasam da uzaktan izlemeyi severim insanları.. Bütün gün aç durdukları için saygı duyarım ve hareketlerime dikkat ederim. Peki ben bu yazıyı ramazana olan saygımı dile getirmek için mi yazmaya başladım sizce? O zaman bunun ama'sı neresinde? Bu yazıya başladım çünkü bu ayda hissetiğim bir eksiklik var. Farkettim ki biz gençler bu zaman diliminde hiç eğlenmiyoruz.. Neden mi? çünkü alkol almıyoruz. Baştan söyliyim alkol almanın günah olduğunu düşünmüyorum yani ramazan dışında aktif bir içiciyim. Her şeyin bir mantığı var, alkol haram çünkü vücuda yanı senın gecıcı olarak kullandığın bedene zararı var. Tabi bana göre bu demek değil ki ölçüsünü bilip kendine zarar vermiycek kadar içemiyceksin. Kendini bildikten sonra hiç bir şeyi yapman yasak değil fikrimce. Bunun dışında ülkenin yarısı aç dururken yanı ramazan ayında içmekse tam bir saygısızlık gibi gelir bana ve hem bu yüzden hemde bedeni dinlendirmek için bu ay içmem.
Hikayeye biraz uzatarak başladım çünkü düşüncemi bilin istiyorum. Asıl soruna gelirsek, benim takıldığım bir şey var. Biz gencler neden alkol almadığımız zaman eğlenemiyoruz? Siz eğlenebiliyor musunuz? Geceleri boş boş oturan ve kelimelerin tükendiği yerlere gelen bizlerde mi sorun var? Yok yok çekinmeden söyleyin, yüzümüze gerçekleri vurabilirsiniz. Belki hata bizdedir. : ) Acaba diyorum alkol aldığımızda kendimizi daha mı rahat ifade ediyoruz da buda bizim eglenmemizi sağlıyor? Neden alkolsüzken asık suratlıyız mesela? Tabi bu dediğim herkes için geçerli diyemem ama gençliğin bir kısmı için alkolün yeri çok büyük. Oyunlara bile akol değmiş her yerimizden geçiyor bu meret.. Dolayısıyla yokluğunda da ne yapıcağımızı şaşırıyoruz.. Eğlence anlayışımız gün geçtikçe daha çok alkolle bağdaşıyor. Akşamları aynı insanlarla görüşseniz bile bir yerlere gitmenin zevki yok çünkü bir yere giderken genelde içmeye gitmişsiniz kalan 11 ay.. Bilmiyorum bu bana neden bu kadar dokundu ama dokundu işte. Alkolik değilim ama her yemek yediğimde şimdi şarabım olsaydi diye aklımdan geçiyorsa yalnız değilim demektir. Ben biriyle yaşıyormuşum şimdiye kadar da haberim yokmuş. Şu an yaptığımız her planı ama her planı ramazan sonrasına atıyoruz öyleki canımız bir şey yapmak istemiyor.
Bilemedim ben şimdi bunun suçlusu kim veya var mı? Bu meretin hayatımızın bu kadar içinde olması ve bizi bu kadar ele geçirmiş olması iyi mi yoksa kötü mü? Eskiden onsuz bir hayatımız var mıydı ve nasıl eğleniyorduk? Dost meclislerindeki sohbetlerde ne dönüyor? Hayatında hiç içmemiş insanlar neler yapıyor? Bunlar hep kafamda deli sorular.. Alkol hep yalan mı?
ps: O masaları geri koyun son 15 günüm : )
Tuesday, July 26, 2011
Bu Kimin Yanlışı?
Hayat bu ve yasarken her türlü şeyi yapabilirsiniz. Kaçırırsınız, aldatırsınız, kaçınırsınız.. Aklınıza gelen her türlü ahlaksızlığı yaparsınız, zaten siz yaparken de adı ahlaksızlık değildir. Başkası, yanı cevrenızden bır kısı bunun yanlış olduğunu söylerse o zaman işin boyutu değişir. Doğru mu? Sizce? O kadar yazı yazdım eminim önceki yazıları okudugunuzda benım düşüncemi tahmin edebilirsiniz. Yanlış mı? Neye göre, kime göre? Sahi bizim doğru dedıklerımız neyın, kımın dogruları.. Muhtemelen toplumun. Pekı toplumun hangı kesımıne göre hareket edebiliceğimizi kestirebiliyor muyuz? Öyle bir lüksümüz var mı? Şike kime göre yanlıs? Kanına göre.. Kanun ne zamandan beri bunu söylüyor? Yanlışsam bağıslayın ama sanırım bir yıldır. Güzel.. Öncesinde neydi? Doğru mu? Hakkanıyet ılkesıne göre hayır ama kımse bılmıyordu kı, ne zararı var? Yanlış anlamayın, hıc bır seyi aklama çabam yok zaten bahsi gecen takımla bir ilgimde yok ama bu olaydan çıkarak düşünmeye başladım, hayatı doğrular ve yanlışlar diye ayırarak yaşıyoruz ve çoğumuz bunun üzerinde hiç düşünmediğimizden nede yaptığımızı bilmiyoruz. Herhangi bir şeyin yanlış olduğunu hıc bır zaman birey tek başına belirleyemez. Kanun belirler, toplum belirler ama insan değil. İnsan çalsa da, kaçsa da, şike de yapsa doğru yapıyordur ama evet başkalarının yanlışını.
Geçen gün bir arkadasımla sohbet ederken bir söylediğime sence yanlış değil mi dedi. Hayır bence doğru ve ben hep doğru bildiğimi yapıyorum. Onun yanlışı haklı. Galiba bu hayata başlarken yanı aklımız ermeye başladığında karar vermemız gereken yegane sorulardan bırıde bu; kımın doğrusuna göre yaşıyacağız? Benim yaptığım yanlış ne zaman bir başkasını ilgilendirir, onun hayatını karıstırdıgı zaman. İki kadın bir adam var. Adam evli başka bir kadını sevdi kaçtı. Olay doğru mu? Hep bir ağızdan: YANLIIIIIŞ!! Size göre.. Birde diğer kadına göre ama o haklı çünkü onun hayatını etkiledi. Peki bizde herhangi bir kaşıntı yaptı mı? HAYIIIIIIR! Pekı hala neden müdahale edıyoruz cünkü yanlış ve bunun yanlış olduğu bize öğretildi. Belki adam acı cekıyordu, cok mutsuzdu ve bir sürü aksilik vardı. Bizi ilgilendirmez, acıklamalar kimin umurunda. : ) Adam senelerce sakladı o zaman yanlış mıydı? Hayııııır, cünkü o zaman biz bilmiyorduk. Gizli yaptıgınız hıc bır sey yanlış değidir sadece ortaya çıktıklarında onlara yargılar yüklenir. Senelerdir şike yapılır ve bunu tahmın edıyorum kı coğunuz gizliden gizliye bilirdi. Kimsenin sesi çıktı mı? Hayıır.. Şimdi ortaya çıktı ve herkes ne dedı? Yanlıış : ) Ben başkasının kuyruguna basmadan hep kendımce doğru olanı yaptım. Şimdiye kadar kimseyi dinlemişliğim yok şimdiden sonra da sanmıyorum. Bazen banada o kelımeyi kullanıyorlar ve soruyorum; aa kadın/adam bu kımın yanlısı bahsettıgın çünkü benım doğrum da..
Tuesday, April 12, 2011
Görsellik ön planda..
Görselliğe hala yeterince önem vermiyor oluşumuz benı cok kızdırıyor, bu acık.. Kim ilgileniyorsa gelsin görüşelim bu böyle gitmez.. Bugün isteklerimi dile getirmek için yazmaya karar verdım. Bır kac gündür İstanbul'un cok takılınan mekanları hakkında düşünüp duruyorum ve vardıgım sonuc hep aynı; nerde bu görsellik? Eğer hazırsanız size bazı konulardaki deli fikirlerimden bahsedıcem. Yok siz hazır olmasanızda bahsedicem de usulen bır sorıyım dedım..
Birinci isteğim taksim'e ve bagdat caddesine dev plazmalar yanı dev ekranlar.. Burda ne mı göstericez. Sakıncalı şeyler değil.. Hayır NY'daki gibi anlık belli bir yerdeki insanları gösteren bir şey de değil. Bu ekranlarda boğazı göstericez.. Köprü trafığı uzerinden bogaz manzarası. Bır durun ve hayal edın.. Taksimin belli noktalarında dev ekranlar var ve siz canlı olarak hem trafık akısını hemde bogaz manzarasını ızleyebılıyorsunuz.. Bence cok büyük bir görsel şölen olur.. Tabi bunun maliyetini ben bilemem..
İkinci fikrim sosyal medyayla alakalı.. İstiklal caddesi Galatasaray'ın orda ekranlar gördüm gerçi ne için yanı ne var bakmadım.. ama benım bı fıkrım var.. Acaba dıyorum İstanbul belediyesi diye bir twitter account'u olsa da ınsanlar sıkayet ve ısteklerını oraya yazsa ve buda o ekranlarda sürekli aksa.. Tabı birinin bilgisayar basında sürekli kontrol etmesi sartıyla.. Çok ilginç olmaz mı? Sosyal medya cıgrından cıkıyor sadece bız geyık yapalım diye yok artık.. Bence cok daha ıslevsel alanlarda kullanılmalı.. Böyle bellı noktalara ekranlar konulup bunları ınsanların okuması saglanabılır.. Böylece kendısının de sıkayet ettıgı bır seyı gören bır ınsan, evet yaa keske sunu gercekten düzeltseler der..
Evet.. içimden geldi ne zamandır yazasım var.. Öyle lale dıkmekle olmaz o işler.. Çirkin mimariye sahıp bınalar yapmakla da.. Bıraz daha ınce düşünmek lazım.. Bilmem sesim geliyor mu?
Saturday, April 9, 2011
Hayatın kusursuz dengesi..
Hayat mükemmel bir denge üzerine kurulmuştur. Yaşadığımız her şey bırbırıne adeta misinayla baglanmıstır ve evet hayatta sebepler ve sonuclar olduğu da doğrudur.. Hatta her seyın bır bedelı olduğu da.. Nereye geliceğimi merak ettiğinizi biliyorum.. Merak etmeyin, oraya vardığımda benı net olarak anlamıs olun diye cok baştan alıyorum. Hayat ne zor öyle değil mi? Yaşama mücadelesi, para kazanmak ıcın yapılanlar sonra o paraları harcamak ıcın yapılanlar.. Hastalık, savaş, ölüm.. Ne çok şeyle mücadele ediyoruz şu ahir ömrümüzde.. Peki hiç bu hayat karmaşasının içinde oturup kendi hayatınız hakkında düşündünüz mü? Ne, ne için oluyor, neyin sonucu hangi yaptığınız diye. Keşke düşünmüş olsaydınız, inanın bunu yapmak hem yaşadıklarınızı anlamalandırmanıza hemde hayatın oturtuğu sistematiği çözmenize yardımcı olurdu. Evet, ne demıstık; hayat kusursuz bir denge üzerine kurulmuştur.. Bu ne demek?
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, bu denge tüm hayatımız baz alınıp yaşadıklarımız üzerinden kurulmuştur. Hepimizin bildiği gibi her insanın ömründe inişler ve çıkışlar olur ve bu dalgalanmalar bu dengenin bir göstergesidir. Bir insan ömrü ortalama 70 yılsa eger bunun 35'i iyi 35'i kötü geçer. Tamam tamam sizi daha fazla uğraştırmayıp örneklendirmeye başlıyorum. Bir insan düşünün,çok iyi bir aileye sahip, çok iyi yaşam koşullarına doğmuş, harika okullarda okumuş sonrada çok iyi bir işte inanılmaz paralara çalışmış. Güzel bir evlilik yapmıs ardından.. Bir ses gelir hemen değil mi, topluluk arasından, ne oluyor Zeynep, sen bıze harıkalar diyarını normal hayat dıye yedırmeye mı calısıyorsun diye : ) Hemen kızmayın canım.. Yok mu böyle hayatlar? Var.. Peki ya sonra? Bilin bakalım bu prense ne olur? Çocuğu sakat mı doğar? İflas mı eder? Kanser mı olur? Gercekten kırılırım yapmayın secın bırını.. Biri olur.. Masal biter, pembe hayat kararır. Neden? Sız benı hıc dınlemıyorsunuz.. Siz var ya siz. Çünkü hayat denge üzerine kurulmuştur. Bir terazi düşünün ıkı tarafında agırlık olsun.. Bir tarafta cok mutluluk varsa denge bozulur öyle değil mi? Hemen diğer tarafa kötülük koymak gerekır. Aslında niyetim içinizi karartmak değil sadece neler olduğunun farkına varmanızı sağlamak.. Ben hep bunu düşünerek yaşarım.. Tanrım ben ne hata yaptım da bunu benım basıma verdın gıbı seyler söylüyorsunuz arada.. Duyuyorum ben : ) Siz bir şey yapmadınız.. Başınıza bir şeyler gelmesi için kötü insan olmanız gerekmez. Hatta tam tersi iyi insanların hayatlarının hep ters gittiğine sahit olmusuzdur hepimiz. Sonunda hep kötülerin kazandığı filmlerden bile biliriz bunu.. Böyle zamanlarda düşünmeniz gereken en önemli şey şudur; bundan sonra iyi bir şey olucak.. Tabi siz siz olun iyi zamanınızda bunun arkasından kötü bir şey olucak diye düşünmeyin çünkü bu sizi mutsuz eder. Kötü bir şey yasadığınızda iyi bir şeyler olucağını düşünmek ise sizi umutlandırır ki olur da..
Tanrı bir kapıyı kapatır diğerini açar lafı da sanırım bu dengeden gelir. Terazının kötü tarafı yükselirse iyi tarafına bir şeyler koymak gerekir ve Tanrı bunu en doğru şekilde yapar. Hayatımızı idame ettirirken düştüğümüz en büyük yanlış, her şeyin bir zamanı olduğunu unutmamızdır. Her seyın, iyinin de kötünün de bir zamanı vardır. Hiç bir şey zamanından önce olmaz yani Murphy halt etmıstır :) Kendisinin kulaklarını çınlattığım ıcın üzgünüm ama istediğiniz bir şey eğer mümkün bir şeyse genelde olur ama büyük ihtimalle istediğiniz zaman diliminde değil. Daha öncede bahsetmiştim, beklediğiniz biri beklediğinizde değil istemediğiniz de gelir. Çok istediğiniz bir iş değişikliği ancak tüm umudunuzu yitirdiğinizde olur. Tabiki ihtiyacınız olduğunda olsa daha aladır ama zamanı değildir. Hepimiz erken doğan çocuklar gibi sabırsızız hayata karşı, her şey hemen olsun isteriz. Biz isteriz de isteriz ama o, olmaz da olmaz.. İsyan gelir ardından, kötü şeylere bulaşır merak salarız belki, beklemeyi bilmez Tanrı'nın bizi duymadığına inanırız. Bırakır, vazgeceriz.. An gelir ,ki bu bizim değil onun zamanıdır, her şey tekrar pembe olur. Biz mutlu oluruz.. Biz mutlu olalım.. ama unutmayalım hayatımızdaki kusursuz denge biz isyanda etsek, çekip gitsekte işlemeye devam edicektir. Çok kusursuz hayatlar gün gelip tepe taklak olucak, çok mutsuz hayatlar çiçek bahcelerine doğru sapıcaktır. Mutsuz olup, isyan etmeyin.. Sabredin.. Üzülmeyin çünkü bu hiç bir şeyi hızlandırmaz ama bir çok şeyi kötüleştirir.. Belki bir hastalık kondurur bedeninizin bir yerine başkada bir işe yaramaz. Hayatın dengelenmesi çok uzun sürer bazen yirmi yıl alır, bitti dersiniz ve başlar..
Bu yazıyı, aldığım kötü bir habere borçlusunuz..
Wednesday, April 6, 2011
Gençliğe..

Sunday, April 3, 2011
Kalkta kahve yap..
-Ne demek simdi bu?
*Ne ne demek?
-Ne diyosun be?
*Neyi?
-Nasıl yanı?
*Öyle işte..
-Nasıl?
*Bır garıplık var
-Neyde?
*Ne?
-Gariplik diyorum cıldırtma benı yaa neyde garıplık vaar!!!
*Ne garipliği
-Sen dedın ya..
*Ne zaman?
-Heeeeeey kadın nooluyoo yaa?
*bi şey mı oluyo?
-oyhh senınle ugrasılmaz..
*sabah yatmıssın yıne..
-uyuyamıyorum..
*nıye?
-öyle
*öyleee.. güzel cevap..evlen artık..
-neden?
*düzenın olur..
-senı nıye rahatsız edıyo benım hayatım yaa.. kımsın sen?
*galıba lamba cını.. ama cok emın dıılım..sence?
-bas belasına ne dersın?
*gorecelı.. kendı yarattıgı beladan sıkayet eden ılk ınsansın..
-sıkayet etmıyorum.. etsem görmezden gelırdım, olmazdın..
*gelmıyor musun?
-bazen..
*bazen.. guzel cevap.. senı görmem lazım..
- hayırr... bence dıretme bırak boyle kalsın.. gorursen mıden bulanır..
*cırkın dııl mı?
-oyle..
*öyle.. guzel cevap.. bı garıplık var..
-neyde?
*ne?
-kalkta kahve yap.. uyanamıssın bu sabah..
*uyanmak ne sacma bı durum öyle dııl mı? neden uyanasınkı..
-neden uyanmayasın.
*oyunu ögrenıyosun..
-zamanla..
*öyle..
-öyle guzel cevap..
*vaay kendı sılahımla benı vurmak hee.. oyunu ögrenıyoosun..
-öyle :)
*bu gulus tarzı hala cırkın.. space'ın bozuk mu?
-yoo.. gerek yok..
*cok tembelsın..
-ben mı?
*günaydın
-ahahha sanada.. neydı sımdı bu?
*hıc, dıgerlerınden farksız.. bugun her sey kesık kesık.. sende bıl.. belkı oyuna katılmak ıstersın..
-daha uyuyorum..
*uyumak ne sacma dııl mı? neden uyuyasınkı?
-kalkta kahve yap..
Oyunu öğrenıyorsun..
-Sinirseldir.
*Doktorda öyle dedi..
-Gitmedin ki!
*Gitsem öyle derdii..
-Alem kadınsın..
*Alem güzel kelıme..
-Neden bu kadar cok sakız çiğniyorsun?
*Sigarayı bıraktım..
-İçmiyordun kı!
*Bıraksam bu ıyı bı sebep olurdu..
-Şu ara napıyosun?
*Bu soru bu yıl top 10'a gırer..
-Güzel soru ama bı cevabı yok.. neden ?
*Daha güzel sorularım var..
-Ne gibi?
*Onun gibi diil.. daha cok soru ısaretı ıcermeyen cınsten..
-Neden soru ısaretlerı kullanırız?
*Sorular daha sık dursun dıye..
-Sık guzel kelıme..yıne ortalığı bırbırıne katmıssın
*Ben katmadım.. onlar katmıslardı benıde ızlıyım dıye cagırmıslar..
-Bı kanadın eksık!
*Kanat güzel kelıme.. kuslarda bıle var bı bende yok..
-Hala mı kusları kıskanıyorsun?
*Kıskanılmıycak gıbı mı?
-ama nesını?
*Bak bu soruda ısarete gerek yoktu..
-Niye?
*Ne?
-Gerek yok..
*Bencede..
-Keske her gün yazsan..
*Ondan da sıkılıyorum..
-Çok kavga edıyorsun..
*Şiddeti sevıyorum..
-Yoruluyorsun..
*Bu bızı ılgılendıren bı kavram dııl.. yeterınce öznesel..
-Öznesel, sacmaymıs..
*Ne mantıklı kı?
-Maddi şeyler diil..
*Sigaram bıtmıs..
-Hıc olmadı kı!
*Olsa bıterdı.
-Neden?
*ee efkarlıyım..
-efkar güzel kelıme.. tuhaf olmaktan yorulmadın mı?
*Tuhaf güzel kelime.. bilinçli mi bu?
-Eğer öyle olsaydı.. gercek olmazdı..
*Bır kahve yapsana.. sigarayla ıcerız..
-Sigaran bıtmemıs mıydı?
*Kahve yaparken onuda alırsın..
-Bosver gel cıkalım..
*Nereye?
-Ne?
*Oyunu öğrenıyosun.. : )
Friday, March 18, 2011
KADININ GÖZÜYLE FUTBOL TUTKUSU..

Thursday, March 10, 2011
Yoksa sizle hala iletişemiyor muyuz?
Biliyor musunuz bizim neden ortak duyularımız var? Hadi canım, bildiğinizi biliyorum.. Ortak duyularımız var; görme, işitme, dokunma gibi.. Peki bunlar normal işlevleri dışında ne işe yarıyor onu hiç düşündünüz mü? Tanrı neden hepimize aynı duyuları vermıs de birimize görme birimize dokunma vermemiş? İletişim kurmamız gerektiği için.. Lafı dolandırdığımın farkındayım ama yazıya devam ettiğinizde bunu neden yaptığımı anlıyacaksınız. Evet bu sabah bilgisayarın başına geçme sebebim size hayatımın odak noktasından yani iletişimden bahsedicek olmam.. İletişim, nasıl basit bir kelime gibi görünüyor öyle değil mi? Aslında öyle de, içeriğide öyle, basit,sade ama maalesef çoğumuzun içini doldururken zorlandığı bir kavram.. Sizi temin ederimki eğer hepimiz layığıyla iletişebiliyor olsaydık bu dünya daha düzenli bir yer haline gelirdi. Daha az gözyaşı, daha az acı, daha az şiddet.. Bütün bunların en önemli sebebi birbirimize derdimizi doğrudan anlatamıyor oluşumuz yani iletişimdeki başarısızlığımız..
Ben henüz 25 yaşındayım. Yaşlı bilgeç teyzeler gibi çok şey gördüm geçirdim diyemem ama bu kadarcık ömrümde iletişimsizliğin nelere yol açabiliceğine çok fazla şahit olduğumu söyleyebilirim. Geçin şimdi iletişimin teknik tanımlarını, efenim kaynaktan çıkan mesaj aradaki gürültüleri zorlayarak alıcıya ulaşırken : ) Gerek yok.. benim bahsettiğim bu işin somut olanı. Hayatınızı düşünün, kaçınız bir şeyi istediğinizde net olarak karşısındakine ima etmeden direk söyleyebiliyor. Tabi bahsettiğim bir çocuk şımarıklığı değil yetişkin ilişkileri.. En son ne zaman birine kırıldığınızda gidip ben sana şundan kızdım diyebildiniz? Yoksa kızıp, köşenize çekilip kendi kendinizi mi yiyip bitirdiniz. Arkasından da arkadaşlarınızı arayıp dedikodu çevirdiniz. Çok çirkin şeyler söylediniz. Sonra ne oldu? Durun tahmin ediyim aynı şeyleri karşı tarafta yaptı sonra denk geldi barıştınız ve hiç bir şey söylenmemiş oldu. Ortalık bal, dök, yala.. Gelin bu senaryoyu biraz değiştirelim, siz birine kızdığınızda bunu acıkca dolandırmadan ona söyleyin o da hiç alınganlık yapmadan sizin yanlışınızı söylesin sonrada siz bu birbirinizi kızdıran tavrınızda biraz değişiklik yapın. Olmadı mı? Neden, hani biz büyümüştük, olgunduk, acıların çocuğuyduk, hayatla baş edicek gücümüz vardı? Konuşurken ne güzel mangaldaki külleri savuruyoruz. Geçen gün Selami'ye ağzının payını verdik, vermedik mi? Onunla normal yollardan anlaşamadık çünkü.. Ehh konuşmaya kalktığımızda doğru kelimeleri bulamadığımızdan olsa gerek.. Neden? Denemedik ki.. Bir karar versek düzgün iletişim kurmaya, başta amatör olarak başlıycak olan iletişim yaşantımız sonradan profesyonel lige yükselir halbukı.. İhtiyacımız olan en önemli şey; cesaret.. Medeni cesaret, özgüven.. Bu konuda çok kitap okuduğumdan daha öncede bahsetmişimdir. Son günlerde Saim Koç'un ''İletişimde Ustalaşmak'' adlı kitabını okuyorum ve kitabı almamı kapağındaki yazı sağladı. Şöyle yazıyor; Bize nasıl davranıcaklarını başkalarına biz öğretiriz. Daha öncede hayatımda yeri olan cümleler gördüm ama bu başka, çünkü çok haklı.. Birilerine her gün bize sesini yükselttiği için ya da iş yaşamında bize böcekmişiz gibi davrandıklarından, arkadaş çevremizde bizi saymadıklarından yakınır dururuz. Problem hep onlardır, onların saygısızlığı, onların beceriksizliği.. Hata varsa eğer onlardadır, bizde değil.. Oysa hata bizde.. Konuşurken içimize konuşmayı o kadar seviyoruz ve benimsiyoruz ki bazen başkalarının yanında sesimiz çıkmıyor.. Demiyorumki dünyanın en arsız insanları olalım, olmayalım.. Başkalarına saygıyı öğretirken biz sınırı aşmalayalım.. Sadece bir davranış karşısında tutumumuzu bir kere belli edelim, mümkünse ilk yapıldığında. Böylece onu eğitmiş oluruz. Şimdi pavlov'un köpeği muhabbeti yapmak istemiyorum ama köpekleri bile şartlayabiliyoruz, konumuz insan zekası! Yapmayın, çok rica edicem.. Her şeyi öğrenebiliriz, ah birde üşenmesek.. Neyse konuyu dağıttım yine.. ah ben yok muyum ben..
Kadınlar günüydü değil mi, iki gün önce.. Sokaklarda çiçekler dağıtıldı, kafelerde yemekler verildi, kadına şiddet konusunda bayrağı elinde tutan ülkemdeki erkek nüfus üzeri kapalı olarak kınandı.. Bu kınamaya erkekler çok bozuldu, küsüp arkalarını döndüler ve bir daha asla yapmıycaklarmış. İnandınız mı? Siz var ya çok güldürüyorsunuz beni : ) Ben size bir şey söyliyim mi? Bu şiddetin önüne geçmenin tek yolu var o da anne babaları bilinçlendirmek. Özelliklede erkek çocuk yetiştirenleri. Birde ikinci olarak etrafdaki maruz kalınan ''Kurtlar Vadisi'' gibi bileşenlerden koruyabilmek ama maalesef bu dünyayı hala para yönettiğinden para yapan şeylere engel olmak çok zor. Bu yüzdende bireyi bilinçlendirmek tek çare. Bahsettiğim okulda verilen eğitim değil, Serdar Ortaç çözmüş o işi, okumakla adam olunmuyor.. Yapılması gereken şey bilinçlerndirmek, tabi eğer Polat Alemdar'lar yerine beyefendiler yetiştirmek istiyorsak.. Erkek anneleri ataerkil toplumun gereğini yapıp büyütürken bu kadar kayırmasalar belki onlarda iletişim kurmayı, mutevazı olmayı öğrenicekler.. Karamsar olmayın, benim öğrenen çok arkadaşım var. Sen erkeksin oğul, sen ağasın, sen paşasın. Her şey senin, saygı duymana gerek yok, sen varsın onlar yok! Bu ülkenin en iyi ailesinde bile bir erkek çocuk böyle yetişiyor inanın.. Hiç köye inmenize gerek yok. Tabiki bahsettiğim çoğunluk, lafın değil herkese.. Kadınlar erkeklerle anlaşamıyorlar çünkü erkekler sadece ima etmeyi öğreniyor, iletişim kurmayı değil.. Aslında o kadar hassaslar ve bunu o kadar cok saklamak istiyorlar ki.. Buda onlarda ister istemez bir şiddet eğilimi doğuruyor.. Aslında bu yazıya daha çok ekliyeceğim şey var.. Bu konu sayfalarca işlenebilir ama şu an okula geç kalıyorum.. İletişim öğrencisini bir rahat bırakın canım.. Devamı gelicek..
Monday, March 7, 2011
Gerçekleri üzerini hayallerle örtmeden kabullenmek..
Sen sonuna kadar diretsende, nefesini kesiyorlar yapamaman için.. Gerceği olduğu gibi üzerini örtmeden görmek ne zor bazıları için.. Bazen sönmek bilmeyen bir ateşle kendi kendini yakabılıyormussun.. Farkına bıle varmadan.. yanından ınsanlar gecerken, onların gözlerine baka baka..
Monday, February 7, 2011
Erkek yapınca ne ala, kadın yapınca ahlaksız Mualla..

Thursday, January 27, 2011
Bunca yıllık şarabiyim..
Şarap, en sevdiğim içki.. Bir kere asil.. İçmesi, tutması, lezzeti.. Bence makamı olsa Kraliçe olur.. Evet evet şarap kadın.. Rakı erkek.. Şarabın doğuşu komik bir rivayetten ileri gelmekteymiş. Eski bir Pers hikayesine göre,antik çağlardaki krallardan biri çok sevdiği üzümleri herkesten sakınmak için üzerinde zahir yazan toprak bir kavanozda saklarmış. bir gün haremindeki mutsuz kadınlardan biri intihar etmeye karar vermiş ve bu kavanozdaki sıvıyı içmiş, fakat ölmenin aksine keyfinin yerine geldiğini görmüş. bu içkiden Krala da ikram eden kadın anında kralın gözdesi oluvermiş. Kral da bundan sonra üzümlerin mayalanmaya bırakılmasını buyurmuş. Yani şarap durup dururken ortaya çıkmış.. Pers Krallığı tam bir şarap ülkesiymiş. Hatta bugünkü üzümlerin atalarının Perslerin şarap yapımında kullandığı üzümler olduğu düşünülüyor. Eski Mısırlılar çok modern yöntemlerle şarap üretirlermiş. İlk budama yöntemlerini, ilk çardakları onlar kurmuş. Cenaze törenlerinde Tanrıya duydukları saygıyı ifade etmek için şarap kullanırlarmış. Şarapla ilgili yazılı en eski kaynak ''Eski Ahit'' buna göre, büyük tufandan sonra Nuh Peygamber bir asma dikmiş ve şarap yapmış!! Şarabı en hevesli tüketen millet Yunanlılardı. Şarabın Dinonysos'un, yani şarabı sembolize eden ve koruyan bir Tanrının armağanı olduğuna inanılırmış ve bu yüzden şarap dini törenlerde de kullanılırmış.. Ayrıca şarabı sek içmenin barbarca olduğuna inandıklarından su karıştırarak içerlermiş. Şarabı cam kaplarda saklamayı ilk akıl edenler ise, Romalılarmış. Şarabın yayılmasını ve gelişmesini sağlayan en önemli olay, Hristiyanlığın yayılması olmuş çünkü ayinlerde kullanılıyormuş. Şişe mantarı ihtiyacı ise şaraların yatay durma gerekliliğinden ortaya çıkmış. Bu mantar şişenin içine doğru itildiğinde şarap mümkün olduğunca uzun süre saklanabilmekte.
Şarabın Amerika'ya gelmesi ise, 1500'lerde İspanya'dan Güney ve Orta Amerika'ya gelen şarapsever komutanlar sayesinde olmuş. Amerika'daki ilk şarap imalahathanesi Meksika'da kurulmuş. Amerika'da karşılaşılan en büyük problem, asmaların Avrupa'daki asmalarla benzerlik göstermemesi olmuş ve bunun için Avrupa'daki Vitis Vinifera asmalarından aşı ithal etmişler ve bu sayede Cabarnet Sauvignon, Merlot ya da Chardonnay üretebilmişler. 1863'te Fransa'da tanımlanamayan bir hastalık cıkmıs ve üzüm bağlarını öldürmeye başlamış. Salgın Amerika'nın doğu bölgelerine özgü phylloxera adında bır bitki bitinden kaynaklanmaktaymış.Bu cücük bit asmaları kemiriyormuş. Amerika'nın asmalarının kökleri sağlam olduğundan onlara zarar vermiyormuş. Gördüğünüz gibi her kötülük Amerika'dan geliyor ve nasılsa onlar bır sekılde yırtıyor.. ahhh ahh.. Bu bitten kurtulmak için Amerika'nın asma köklerinden aşı yapılıp Avrupa'daki asmalar aşılanmış..
1920 yılında Amerika'da 18. anayasayla birlikte içki yasaklanmış. Yasaya göre %0.5'in üzerinde alkol içeren zehirleyici özellik taşıyan içki sınıfında kabul edilicekmiş. Bu yasak şarap sektörünü durma noktasına getirmiş ve ancak 1950'lerde tekrar tam anlamıyla şarap tüketilmeye başlanmış. Hatta Bilrleşik Devletlerde bu bir içkiden çok statü sembolü haline gelmiş tabi bunda Fransa'ya hayranlık duyan John F Kennedy'nin eşinin de payı büyükmüş. Bu sayede Fransız restoranları ve şarabı popüler hale gelmiş.. En cok dikkatımı ceken konuya gelince, Amerikan şarap üreticileri, şarapları üzüm türlerine adlandırmaya başlamışlar ki bu şarapları üretildikleri yere göre ayıran Avrupalıların sisteminden çok farklı.. Eveet şimdilik bu kadar ama daha sonra üzüm türlerini, üzümlerin nasıl kendiliğinden alkole dönüşebildiklerini yazıcam.. Tanrı önce böyle bir mucizeyi yaratmış sonra da yasaklamış olamaz ey insanlar saçmalamayın.. Edebinizle için ama için.. Bu kadar kutsal kabul edilen, Peygamber'in bile üretilmesine ön ayak olduğu bir içki, bu kadar mucizevi şekilde ortaya çıkan harika bir lezzetin günah olduğuna benı alayı ınandıramaz.. Bıraz mantıklı olsaK.. Biraz ya.. fazla değil..
Wednesday, January 5, 2011
Zaman bizi çiğnemeden yutuyor..

Saturday, January 1, 2011
Where's my new yeaR..
