Friday, March 18, 2011

KADININ GÖZÜYLE FUTBOL TUTKUSU..

Bilin bakalım bugün size neyden bahsedicem.. Düşünün canım birazcık, her şeyide ben söylersem ohoooo : ) Tamam tamam fazla nazlanmıyım.. Futboldan.. Bugün üzerine konuşmak istediğim konu bu, futbol.. Neden mi? Çünkü hepimizin bildiği gibi dün büyük derbi vardı. İnsanlar sokaklara dökülmüş, taksim sarı kırmızıya boyanmıştı. Evet, kabul ediyorum ilginç ama ben dün taksimde bir tek fenerliye rastalayamadım. Sadece maç çıkışı o da bir kaç tane.. Bunun sebebini maçın TT arenada olmasına ve gs'lilerin gecerken taksimi kullanmasına bağlayabilir  ve bunu çeşitlendirilebiliriz.

Dün kendime sordum, bır kadın olarak futboldan anlıyor muyum diye.. Peşinen söyliyim ofsayt ne demek biliyorum : ) Bunun dışında bütün ligleri takip edip sürekli iddia oynuyorum diyemem ama şimdiye kadar oynamışlığım vardır diyebilirim. Sanırım hatunların futbolla haşır neşir olması yetiştikleri çevreyle doğru orantılı. Benim etrafında o kadar çok futbolla yatıp kalkan insan var ki, ilgilenmemek, ne diyorsunuz siz ya dememek elde değildi.. Dolayısıyla, evet biraz anlıyorum ama bunun ötesinde galiba birazdan fazla seviyorum. Mesela hiç bir zaman bir topun ardında o kadar adam neden koşuyor mantığıyla yaklaşamadım. Her şeyde, özellikle sporlarda mantık ararsak işimiz var. Bence daha anlaşılamayacak şeyler oluyor, mesela ''curling'' gibi.. Adamlar yeri süpürüyor adınada spor diyorlar.  Neyse sonuçta bence futbol sevilesi bır spor. Benım anlamadığım sevilmesi değil de insanların bir takıma bu kadar tutkuyla bağlanması.. Bu o kadar güçlü bir duygu ki, şu derbinin yorumları 1 ay öncesinden başladı ve yankıları hala devam ediyor.. Hayır dün gece derbide ya da herhangi bir ekranın başında değildim, maçı canlı skordan takıp ettim. Aslında derbileri ve bazı maçları izlerim ama dün Kerem Görsev için müzk ziyafeti vaktiydi.. Bazı şeyler bazı şeylerden önce gelir, bu açık. Sanmayın ki ordada tam anlamıyla müzik vardı, hayır dün gece Borusan Müzik evinde de futbol vardı hatta fener ikinci golu attığında fenerli olan Kerem Görsev piyanonun başına geçip, şimdi ağlama değmez hayatı çalıyorum dedi : ) Ordaki herkesin kulağı müzikte ama aklı maçtaydı.. ama ben yinede izlemekten fedakarlık edipte oraya gelen bütün erkekleri tebrik ettim..  İçimden, evet aradığımız bu dedım..

Bugün düşündüm, sizce futbol sevgisi neyle yarışır, yani siz neye benzetiyorsunuz bu tutkuyu.. Aşk değil çünkü belli bir süre sonra sona ermiyor, aile sevgisi, arkadaş sevgisi gibi de değil.. İnanın bir istatistik çıkartsak futbol aşkından bir şeylere kurban gidenlerin sayısına şaşar kalırız.. Ben hiç bir şeye benzetemedim.. Hiç bir karşılığı olmadan gözünüzü karartıp sonuna kadar bir sporu savunabiliyorsunuz, bunun mutlaka bilimsel bir açıklaması olmalı.. Bir sevdiğinizi tuttuğunuz takıma küfretti diye dövebiliyorsunuz.. Şiddet zaten dibine kadar.. Peki hiç karşılık almadan bir şeye bu kadar bağlanmanızı sağlayan nedir? Kaçınız takımınız yenildi diye futbol sevgisinden vazgecıyor kı? Sanırım hiç biriniz.. Kulupler bu işten inanılmaz para kazanıyorlar, futbolcular da öyle ama uykuları kaçan, saldırganlaşan sizlersiniz.. Hıç üzerinde düşünülmeden kabullenilmiş bir durum var. Şimdi size bir şey söyliycem çok şaşırıcaksınız.. : ) Bütün bunların sebebi, yine toplum.. Daha bir çocuk doğmadan hangi takımlı olucağı ile ilgili tartışan aileler biliyorum ben.. Bebek tulumlarını tutmasını istedikleri takıma göre hazırlayan.. Ben bile, ki hatunum, bütün çocukluğum boyunca aile üyelerimin baskısıyla takım değiştirdim durdum.. Kim ne takımlı olmamı istiyorsa onu tuttum.. Sonra doğru yolu buldum.. :P Anlıyacağınız bu iş gerçekten karışık ve herhangi bir mantığıda yok. Bu işin yanı bu tutkunun başlangıcını cok merak edıyorum acıkcası.. Neden futbolda voleybol gibi sadece belli bir kesin tarafından değilde nerdeyse toplumun tümü tarafından takıp ediliyor.. Daha evrensel olduğu için mi? Peki insanlar ne zaman bu kadar bağlanmaya başlamış, bu kavga gürültü bu savas cıkmıs.. Yanımda erkekler izlerken  onları bazen ilgiyle izliyorum.. O kadar sinirli o kadar kendılerınde gecmıs oluyorlar kı.. artık kim denk gelirse herkese küfrediyorlar, belkide bu onların desarj yöntemidir.. Bence kendi hallerine bırakmak lazım.. Ben seyrederken zevk alıyorum, sinirlenmiyorum.. Acaba bu da kadın erkek farkından mı? Ehh işin içinden çıkabilicek kişi ben değilim.. ama yazımın sonunda size bir sır veriyim; en büyük hala CİMBOM.. ben onu hatalarıyla seviyorum..






Thursday, March 10, 2011

Yoksa sizle hala iletişemiyor muyuz?

Biliyor musunuz bizim neden ortak duyularımız var? Hadi canım, bildiğinizi biliyorum.. Ortak duyularımız var; görme, işitme, dokunma gibi.. Peki bunlar normal işlevleri dışında ne işe yarıyor onu hiç düşündünüz mü? Tanrı neden hepimize aynı duyuları vermıs de birimize görme birimize dokunma vermemiş? İletişim kurmamız gerektiği için.. Lafı dolandırdığımın farkındayım ama yazıya devam ettiğinizde bunu neden yaptığımı anlıyacaksınız. Evet bu sabah bilgisayarın başına geçme sebebim size hayatımın odak noktasından yani iletişimden bahsedicek olmam.. İletişim, nasıl basit bir kelime gibi görünüyor öyle değil mi? Aslında öyle de, içeriğide öyle, basit,sade ama maalesef çoğumuzun içini doldururken zorlandığı bir kavram.. Sizi temin ederimki eğer hepimiz layığıyla iletişebiliyor olsaydık bu dünya daha düzenli bir yer haline gelirdi. Daha az gözyaşı, daha az acı, daha az şiddet.. Bütün bunların en önemli sebebi birbirimize derdimizi doğrudan anlatamıyor oluşumuz yani iletişimdeki başarısızlığımız..


Ben henüz 25 yaşındayım. Yaşlı bilgeç teyzeler gibi çok şey gördüm geçirdim diyemem ama bu kadarcık ömrümde iletişimsizliğin nelere yol açabiliceğine çok fazla şahit olduğumu söyleyebilirim. Geçin şimdi iletişimin teknik tanımlarını, efenim kaynaktan çıkan mesaj aradaki gürültüleri zorlayarak alıcıya ulaşırken : ) Gerek yok.. benim bahsettiğim bu işin somut olanı. Hayatınızı düşünün, kaçınız bir şeyi istediğinizde net olarak karşısındakine ima etmeden direk söyleyebiliyor. Tabi bahsettiğim bir çocuk şımarıklığı değil yetişkin ilişkileri.. En son ne zaman birine kırıldığınızda gidip ben sana şundan kızdım diyebildiniz? Yoksa kızıp, köşenize çekilip kendi kendinizi mi yiyip bitirdiniz. Arkasından da arkadaşlarınızı arayıp dedikodu çevirdiniz. Çok çirkin şeyler söylediniz. Sonra ne oldu? Durun tahmin ediyim aynı şeyleri karşı tarafta yaptı sonra denk geldi barıştınız ve hiç bir şey söylenmemiş oldu. Ortalık bal, dök, yala.. Gelin bu senaryoyu biraz değiştirelim, siz birine kızdığınızda bunu acıkca dolandırmadan ona söyleyin o da hiç alınganlık yapmadan sizin yanlışınızı söylesin sonrada siz bu birbirinizi kızdıran tavrınızda biraz değişiklik yapın. Olmadı mı? Neden, hani biz büyümüştük, olgunduk, acıların çocuğuyduk, hayatla baş edicek gücümüz vardı? Konuşurken ne güzel mangaldaki külleri savuruyoruz. Geçen gün Selami'ye ağzının payını verdik, vermedik mi? Onunla normal yollardan anlaşamadık çünkü.. Ehh konuşmaya kalktığımızda doğru kelimeleri bulamadığımızdan olsa gerek.. Neden? Denemedik ki.. Bir karar versek düzgün iletişim kurmaya, başta amatör olarak başlıycak olan iletişim yaşantımız sonradan profesyonel lige yükselir halbukı.. İhtiyacımız olan en önemli şey; cesaret.. Medeni cesaret, özgüven.. Bu konuda çok kitap okuduğumdan daha öncede bahsetmişimdir. Son günlerde Saim Koç'un ''İletişimde Ustalaşmak'' adlı kitabını okuyorum ve kitabı almamı kapağındaki yazı sağladı. Şöyle yazıyor; Bize nasıl davranıcaklarını başkalarına biz öğretiriz. Daha öncede hayatımda yeri olan cümleler gördüm ama bu başka, çünkü çok haklı.. Birilerine her gün bize sesini yükselttiği için ya da iş yaşamında bize böcekmişiz gibi davrandıklarından, arkadaş çevremizde bizi saymadıklarından yakınır dururuz. Problem hep onlardır, onların saygısızlığı, onların beceriksizliği.. Hata varsa eğer onlardadır, bizde değil.. Oysa hata bizde.. Konuşurken içimize konuşmayı o kadar seviyoruz ve benimsiyoruz ki bazen başkalarının yanında sesimiz çıkmıyor.. Demiyorumki dünyanın en arsız insanları olalım, olmayalım.. Başkalarına saygıyı öğretirken biz sınırı aşmalayalım.. Sadece bir davranış karşısında tutumumuzu bir kere belli edelim, mümkünse ilk yapıldığında. Böylece onu eğitmiş oluruz. Şimdi pavlov'un köpeği muhabbeti yapmak istemiyorum ama köpekleri bile şartlayabiliyoruz, konumuz insan zekası! Yapmayın, çok rica edicem.. Her şeyi öğrenebiliriz, ah birde üşenmesek.. Neyse konuyu dağıttım yine.. ah ben yok muyum ben..


Kadınlar günüydü değil mi, iki gün önce.. Sokaklarda çiçekler dağıtıldı, kafelerde yemekler verildi, kadına şiddet konusunda bayrağı elinde tutan ülkemdeki erkek nüfus üzeri kapalı olarak kınandı.. Bu kınamaya erkekler çok bozuldu, küsüp arkalarını döndüler ve bir daha asla yapmıycaklarmış. İnandınız mı? Siz var ya çok güldürüyorsunuz beni : ) Ben size bir şey söyliyim mi? Bu şiddetin önüne geçmenin tek yolu var o da anne babaları bilinçlendirmek. Özelliklede erkek çocuk yetiştirenleri. Birde ikinci olarak etrafdaki maruz kalınan ''Kurtlar Vadisi'' gibi bileşenlerden koruyabilmek ama maalesef bu dünyayı hala para yönettiğinden para yapan şeylere engel olmak çok zor. Bu yüzdende bireyi bilinçlendirmek tek çare. Bahsettiğim okulda verilen eğitim değil, Serdar Ortaç çözmüş o işi, okumakla adam olunmuyor.. Yapılması gereken şey bilinçlerndirmek, tabi eğer Polat Alemdar'lar yerine beyefendiler yetiştirmek istiyorsak.. Erkek anneleri ataerkil toplumun gereğini yapıp büyütürken bu kadar kayırmasalar belki onlarda iletişim kurmayı, mutevazı olmayı öğrenicekler.. Karamsar olmayın, benim öğrenen çok arkadaşım var. Sen erkeksin oğul, sen ağasın, sen paşasın. Her şey senin, saygı duymana gerek yok, sen varsın onlar yok! Bu ülkenin en iyi ailesinde bile bir erkek çocuk böyle yetişiyor inanın.. Hiç köye inmenize gerek yok. Tabiki bahsettiğim çoğunluk, lafın değil herkese.. Kadınlar erkeklerle anlaşamıyorlar çünkü erkekler sadece ima etmeyi öğreniyor, iletişim kurmayı değil.. Aslında o kadar hassaslar ve bunu o kadar cok saklamak istiyorlar ki.. Buda onlarda ister istemez bir şiddet eğilimi doğuruyor.. Aslında bu yazıya daha çok ekliyeceğim şey var.. Bu konu sayfalarca işlenebilir ama şu an okula geç kalıyorum.. İletişim öğrencisini bir rahat bırakın canım.. Devamı gelicek..

Monday, March 7, 2011

Gerçekleri üzerini hayallerle örtmeden kabullenmek..

Biliyor musun, garip bir sınır var, yaşadıklarımızla ilgili, umudumuzun tükendiği bir an var. Heveslerin bittiği, artık hiç bir şey yapmak istemediğin, hayatın seni şimdilik es  geçtiğini kabullendiğin. İstediğin hiç bir şey istediğin gibi olmadığında ikileme düşüyormuş insan. Yanlış iş, yanlış adam, yanlış yaşam.. Maalesef doğru kabul ettiklerimiz sadece bizim doğrularımız. Mutlak doğrular değil.. Doğru, güzel.. Bunlar göreceli kavramlar ve bazen bizim doğru diye direttiklerimiz hayatın doğruları değil.. Hata yapıp yanlış kapıdan girdğinizde dipsiz bir karanlığa düşebiliyorsunuz bazen.. Kendi irademizle sectığımız bazı kapılardan hediye kazanılmıyormuş.. Buna karavana diyorlar, boş atıp boş tutuyorsun.. Bazen kaderın sankı hıc yazılmamıs gıbı gelıyor.. Hayatta ne kadar hevesli olursan yaşamaya o kadar hevesini kırmaya çalışıyor zebaniler..

Sen sonuna kadar diretsende, nefesini kesiyorlar yapamaman için.. Gerceği olduğu gibi üzerini örtmeden görmek ne zor bazıları için.. Bazen sönmek bilmeyen bir ateşle kendi kendini yakabılıyormussun.. Farkına bıle varmadan.. yanından ınsanlar gecerken, onların gözlerine baka baka..