Monday, December 24, 2012
İçimde kopan kıyamet
İşin felsefi boyutunu bir kenara bırakırsak, dünyanın sonu gelicekti ne oldu yahuu ideolojisine geri dönersek, değinmek istediğim yere gelmiş oluruz. Tam olarak ne kadardır devam ettiğini bilmiyorum ama bir süredir dünyada kıyametin kopacağına dair inanılmaz bir inanış vardı. Bu inanç, insanları stok yapmaya, kurtulabileceklerini düşündükleri yerlere kaçmaya kadar götürdü. İşte tam bu noktada ben bir şeyi çok merak ettim; madem bu kadar seviyordunuz bu hayatta olmayı, neden bunca şikayet? Neden hiç birimiz bu içinde bulunduğumuz dünyayı sevip, daha iyiye gitmesi için bir şeyler yapmıyoruz da, yıkılacağını duyunca ona kıymet veriyoruz. Kaybetmeden değerini anlamayacaklarımız arasında dünya da mı var? Bu, bunun için çok ağır bir durum değil mi? İçinde bulunduğumuz güzel bir dünya ve biz İstanbul'da yaşayanlar işin özellikle harika bir şehir var. Hala sonu gelmemişken değerini bilsek, onu koruyup kollasak ve daha çok önem versek olmaz mı? Her sabah kalktığınızda şikayet ettiğiniz bir dünyanın sonunun gelmesi sizi ne kadar endişelendirmiş olabilirdi ki?
İşte bütün bunlar benim bu süreçte takıldıklarım. Eminim bir çoğunuza boş gelicek cümleler ama bu kadar tantanaya üzerinde birazcık düşünülmeyi hakettiler bence. Henüz sonu gelmemişken dokunduğunuz her sevip koruyup kollayın. Bugün değilse bile bir gün her şeyin sonu gelicek. İçimde kıyamet kopmasına neden oldukları için ve bazı şeyleri harekete geçirdikleri için Mayalara teşekkürü bir borç bilirim.
Friday, December 14, 2012
Jean Claude Biver'ı Dinlemek..

Monday, November 12, 2012
Kuş kadar ömür
Sunday, November 4, 2012
Her satanı güzel sanmak
Saturday, September 8, 2012
Pozitif'in Negatif Tarafı
Saturday, September 1, 2012
Hayat Boyu Sınav
Saturday, August 11, 2012
Happy End?
Friday, July 13, 2012
Tek tek basaraktan

Alaçatı'daki Minik Sorun
Bu kadar uzun zaman yazmadığıma göre, pek bir şeyden şikayetçi değilmişim anlaşılan. Yok artık! Ben ve şikayet etmemek, eleştirmemek, kabul etmek. Çok tezat bir şey söyledim galiba. Nedendir bilmem, bir süredir yazmak içimden gelmemişti. Beni kendime getirense çok tuhaf ama bir kaç gün önce karşılaştığım çöp sorunu oldu. Evet, birazdan bahsedeceğim şeye başta biraz gülüceksiniz ama sonra biraz hassasiyet rica edicem.
Öncelikle ne güzel değil mi yaz geldi, çiçekler kavruluyor, ablalar güneş çevirme oluyor, abiler baklavalarını sergiliyor. Bayılıyorum yaza, o da bana bayılıyor mu bilemiyorum. İşin şakası bir yana, ben oldum olası yazı severim. Güneşin salgılattığı hormon coşkusundan ya da sokaklarda cıbıl cıbıl dolaşabiliyor olmamızdan. Yaz dediniz mi hemen kapı komşusu tatilden de bahsetmek gerekir tabi. Tatil dediğiniz şey ister üç gün ister bir hafta olsun, insanı eğlendiren bir hadise. İki parça kıyafeti bile olsa, bavul yapmak hoşuna gidiyor insanın. Bende aynen bu bahsettiğim çoşkuyla bu yıl Alaçatı'ya tatile gittim. Gitmeyenler için bilgi; Alaçatı aslında küçük bir köy. Ancak çarşısında dolaşırken gördüğünüz manzaralar biraz kafa karışıklığı yaratabiliyor. Ne gibi derseniz, bir yanda teyzeler amcalar diğer yanda koca topuklu ayakkabıları ve kavrulmuş bedenleriyle bizler yani gençlik. Aslında hasta olduğum bu köyde bahsetmek istediğim sorun ise; çöp : ) Çöpün nesi ve nasıl sorun derseniz, mesela kutusunun olmaması derim. Bir hafta ansızın köye sızan belediye bütün çöp kutularını toplamış ve esnaf inanılmaz şikayetçi. Hatta bu kadar gazeteci gelip gidiyor, biri de bu sorunu yazmadı diye dert yandıkları bile oldu. Çöp kutusu olmadığı için çaresiz kalan insanlar mecburiyetten çöplerini köşe başlarına atıyorlar ve bu da acayip bir kirliliğe neden oluyor. Nerdeyse cennet diyebileceğim bir yere bu eziyet neden merak ediyorum doğrusu. İşte derdim buydu, yolu bloguma yanlışla düşen üç insan. Küçük şeyler büyük sorunlar yaratıyor bazen.
Bu minik ve halledilmesi kolay derdi geçersek, Çeşme-Alaçatı gercekten son yıllarda insan akınına uğramış ama yinede sadeliğini kaybetmemiş bir cennet. Yolunuz düşerse bizim ev'de kahvaltı etmeyi, ada balık'ta kumların içinde balık yemeyi, dondurmacı Veli'de mavi renkte dondurma yemeyi unutmayın. Şimdiden mutlu tatiller..
Wednesday, April 11, 2012
Deli oluyorum..
Zengin olup bunu bangır bangır söyleyen görgüsüzlere..

Senin hayatınla ilgili yargılara varanlara..
İnsanları aşağılayanlara..
Okuyup adam olamayanlara..
Kendini eğitmeyenlere..
Başkaları hakkında önyargılı olanlara..
Hayatta neden var olduğunu hiç araştırmamış olanlara..
Yaptığı şeyler hakkında hiç düşünmeyenlere..
Hayat hakkında hiç düşünmeyenlere..
Kadını sadece cinsel obje olarak görenlere..
Büyük konuşma diyen bilmişlere..
Herkesin aynı olması gerektiğini savunanlara..
Farklıya saygısı olmayanlara..
Normal diye bir kavramı kabul edip her şeyi ona indirgiyenlere..
Farklı hayatlar olabileceğine inanmayanlara..
Büyük düşünmeyenlere..
Yapamam diyenlere..
Korkaklara..
Karamsarlığa..
Yapamazsın diyenlere..
Wednesday, March 28, 2012
Evrene mektup..
Eğer gerçekten beynimizin içinde kurduğumuz sahnelerin er ya da geç gerçekleşmesini sağlayabiliyorsak bu biraz tehlikeli olmaz mıydı? Ya benim düşündüğüm şeyin tam tersini kuran biri varsa? O zaman ne oluyor? Ya çakışıyorsa senaryolarımız? O zaman kader mi müdahale ediyor? Çok soru var kafamda ve bunu çözemediğim sürece hayatımı yanlış yönlendirmeye devam edicem. Çünkü bu bir güç ise eğer doğru kullanımını öğrenmemiz gerekir. Aksi halde kapsamını belirlemediğimiz için tam olarak istediğimiz değilde biraz defolusu gerçekleşiyor. Bir kullanım klavuzu ayarlayabilsen keşke. Ben uyurken başucuma bıraksan inan bana hiç korkmam. Yeter ki şu işi çözüme kavuşturalım artık. Yaşadıklarımdan anlaşılıyor ki hayatımın senaryosuna katkıda bulunuyorum ama kalemimin ayarı olmadığından bazı şeyler aşırı bazılarıyla eksik oluyor. Bunu yoluna koyarsak sevinirim.
Sevgiler
Nam-ı diğer Orjideli..