Saturday, September 8, 2012

Pozitif'in Negatif Tarafı

Efendim malumunuz aylardır beklediğimiz RHCP konseri dün gece Santralistanbul'da  gerçekleşti.Konser masal gibiydi. Gerçekten de bu adamları dinlemeden bu hayattan çekip gitmediğim için kendimi şanslı sayıyorum. Koca koca adamların, o yaşta gösterdikleri performans inanılmazdı. Müzik yapmanın insanları diri tuttuğunu düşünürüm hep. Bir kaç ay önce Madonna konserinde de aynı kanıya varmıştım. Sahnede bu kadar enerjik olmak, atlayıp zıplamak bir tek öyle mümkün olabilir. Konser güzeldi güzel olmasına, bunun için Pozitif etkinliğe teşekkür ederiz ama organizasyon her zamanki gibi bir yerlerinden patlak verdi.  

Konser alanına gitmek için yola çıkan binlerce kişi, önce Taksim'de inanılmaz bir shuttle sırasıyla karşılaştı. Buna diyebileceğimiz çok bir şey yok. Bu kadar insanın gittiği bir konserde bu sıra normal diyip taksi bulmaya yöneldik ama ne mümkün. Canım İstanbul taksileri, ''ben oraya gitmem, ne tarafa gidiceksiniz'' türünde sorularla insanları bunaltma yoluna gitmişlerdi. Hadi buna da tamam dedik sonuçta trafik var ve gitmek istemeyebilir. (Kesinlikle meslek ahlakıyla uyuşan bir hareket değil) Daha sonra zor bela bulduğumu bir taksi ''götürürüm ama 40 liranızı alırım'' dedi. Malumunuz Taksim Santral arası 10 lira falandır. Yani sizin anlayacağınız ''akşam pazarında inecek var'' Tabiki başka çaremiz olmadığı için paşa paşa taksiye parayı bayıldık ve konser alanına doğru yola çıktık. Taksici amca bizi bir benzinlikte bırakıp ''oraya giremem burdan yürüyeceksiniz'' dedi ve biz yine bir sürü insan, yolda yürümeye başladık. Çile bitti mi? Hayır bitmedi! Güç bela kategori 1 olan yerimize ulaştık, içeri girdik ve o anda kahkahayı patlattım. Bizim yerimiz gayet iyiydi ama ya kategori 2'ler çalışkan 3'ler nerde kaldı 4'ler? : ) Kategori 2'nin sahneyi görmesi neredeyse imkansızdı. Onları mahkum gibi bir setin arkasına atmışlar ve önlerine de bir ekran koymuşlardı. 3'ün halini dile getirmek bile istemiyorum. İşin ilginci,  bu iki kategori arasında sadece 25 TL   fark vardı, yani sadece bilet almakta gecikmişlerdi. Neyse bunu da görmezden gelip Athena ile başlayan konseri dinlemeye koyulduk. İşte bu aşama için Pozitif bir teşekkürü haketti. Gerçekten yıllardır öyle adamları dinliyoruz ki belki de onlar olmasa hayatım boyunca böyle bir imkanım olmayacaktı. 

Efendim konser boyunca şikayetçi olduğumuz tek şey, ekranların sahne boyunda yapılmış olmasıydı. Yani normalde bütün  festivallerde yukarı konulan ekranlar sahne hizasına konularak biz selvi boyluları! biraz üzmüştü. Tabi bu kadar lezzetli müziğin verdiği hazla bunu görmezden gelebildik. Asıl çile çıkarken başladı. Taksi bulabilmek ve erken çıkmak için her zamanki taktiğimizle konser alanından bir şarkı önce çıkan biz Sütlüce'ye doğru yürümeye başladık. Ne yazıkki gelirken var olan Taksim shuttleları dönüşte yoktu ve biz taksi bulmak zorundaydık. İşte anlayamadığım şey bu. Bir sürü insanın Taksim'e geri döneceği, facebook sayfasında kocaman ''park yeri yoktur'' yazısının üzerine, halkımın arabasını Taksim'de bırakacağı Pozitifçe malum olmalıydı. Bunu bildiği için de shuttle olmalıydı. Bizi gelirken getirmek istemeyen İstanbul taksileri dönüşte o kısa mesafeyi gitmek isterler miydi? Tabiki bunun bir sonucu olarak taksi kapılarına atılan yumruklar,  küfürler havada uçuşurdu. Nereye gidiceksiniz diye soran taksiler ''Taksim'' yanıtını alınca öyle bir kaçıyorlardı ki, meslek ahlağına verdikleri değer hızla gözünüze giriyordu. Sonunda biz güç bela da olsa taksi bulup evimize ulaştık ama biz giderken bile bir grup insan hala çaresizce Uykulukçuların önünde oturuyordu. Sevgili Pozitif, girişini düşünüp tasarladığın böyle büyük konserlerin çıkışını da tasarlaman gerekirdi. Shame on you! Konserler iyi güzel ama bu giriş çıkış probleminin acil bir sisteme oturtulması gerekiyor.

Dün geceden can't stop ile bu yazımı noktamak isterim. Her şeye, bütün çileye rağmen müzik güzel şey...













Saturday, September 1, 2012

Hayat Boyu Sınav

Hayatı hep bir bilgisayar oyununa benzetiyorum. Biri yönetiyor, oyunun içindekiler kontrol edebildiklerini sanıyor. Sims'deki gibi mesela. Ben bilgisayar başına geçip bir karakter yaratıyorum, giydiriyorum, okula gönderiyorum ya da göndermiyorum, iş buluyorum ya da bir aylak olmasına karar veriyorum. Aslında her şeyi ben yapyorum, köşe başında eski arkadaşıyla karşılaşmasını sağlıyorum, ev yansın acı çeksin istersem ütüyü fişte bıraktırıyorum. İstersem işleri yolunda gidiyor ve zengin oluyorlar. Ya da onların zengin bir ailenin çocukları yapıyorum. Baştan sonra her şeyi, başarılarını, yanlışlarını kontrol ediyorum ama onlar her şeyi kendileri yapıyor sanıyorlar. Benim ayarladığım her şey, onlara göre tesadüf. Kimin ben bu oyunda, tahmin edebildiniz mi? İşte hayat aynen böyle, sims oynar gibi. Biz her şeyi kontrol ettiğimizi zannediyoruz. Çabalıyoruz, başarıyoruz, başaramıyoruz. Tanıştığımız, karşılaştığımız insanalara, ''bak şu tesadüfe'' diyoruz. Tesadüfen, sokaklarda keşfediliyoruz ve hiç bir şeyin farkına varmıyoruz. Olaylar akış sırasına göre olurken biz sadece şaşırıyoruz.

Dikkat, bu bir  uyandırma yazısıdır. Hayatta hiç bir şey ama hiç bir şey, gerçekten sizin elinizde değildir. Seçim yaptığımız alan, ki eğer varsa çok sınırlı. Bu yüzden şimdi ağlamayı bırakın ve hayatın tadını çıkartın. Nasılsa her şey, iyi ya da kötü, yerinize düşünüldü. Size sorulan tek soru var; ''bakalım bu olay karşısında ne kadar sabırlısın'' Sınavları verdiğiniz sürece sorun yok.