Ne kıyametmiş be! 1 yıldır beynimizi kemirdi, kafamızı karıştırdı, ya olursa dedirtti. En sonuna da geldi geçti. Bugün, hepinizin malumu olan bir tarihten, 21 Aralık'tan ve tabiki maya'lardan bahsedeceğim. Efendim aslında Maya olgusuysa tanışıklığım eskiye dayanır. Yıllar önce bu konularla ilgilenen bir arkadaşım bana felsefesini çok detaylı anlatmıştı. Dolayısıyla da, bu ya gerçek ise geyiği ile pek ilgilenemedim. Çok detaylı olarak hatırlamadığım ve zahmet edip araştırma yapmadığım için Maya'larla ilgili çok detaylı bilgiler veremeyeceğim ama zaten bu süreçte hepiniz eminim Maya uzmanı olduğunuzdan bana ihtiyacınız kalmamıştır. Kısaca anlatmak gerekirse; 21 Aralık dünyanın sonu değil, yeni bir çağın başlangıcıydı. Bu zamandan sonra bilinç düzeyiniz yükseldiğinden aslında enerjinizi kullanarak pek çok şeyi gerçekleştirmeye başlamış olabilirsiniz. Enerjinizi kontrol etmeyi öğrenmenin tam vaktidir cünkü bir kaç çakranız kendiliğinden çılgın atmaya başladı.
İşin felsefi boyutunu bir kenara bırakırsak, dünyanın sonu gelicekti ne oldu yahuu ideolojisine geri dönersek, değinmek istediğim yere gelmiş oluruz. Tam olarak ne kadardır devam ettiğini bilmiyorum ama bir süredir dünyada kıyametin kopacağına dair inanılmaz bir inanış vardı. Bu inanç, insanları stok yapmaya, kurtulabileceklerini düşündükleri yerlere kaçmaya kadar götürdü. İşte tam bu noktada ben bir şeyi çok merak ettim; madem bu kadar seviyordunuz bu hayatta olmayı, neden bunca şikayet? Neden hiç birimiz bu içinde bulunduğumuz dünyayı sevip, daha iyiye gitmesi için bir şeyler yapmıyoruz da, yıkılacağını duyunca ona kıymet veriyoruz. Kaybetmeden değerini anlamayacaklarımız arasında dünya da mı var? Bu, bunun için çok ağır bir durum değil mi? İçinde bulunduğumuz güzel bir dünya ve biz İstanbul'da yaşayanlar işin özellikle harika bir şehir var. Hala sonu gelmemişken değerini bilsek, onu koruyup kollasak ve daha çok önem versek olmaz mı? Her sabah kalktığınızda şikayet ettiğiniz bir dünyanın sonunun gelmesi sizi ne kadar endişelendirmiş olabilirdi ki?
İşte bütün bunlar benim bu süreçte takıldıklarım. Eminim bir çoğunuza boş gelicek cümleler ama bu kadar tantanaya üzerinde birazcık düşünülmeyi hakettiler bence. Henüz sonu gelmemişken dokunduğunuz her sevip koruyup kollayın. Bugün değilse bile bir gün her şeyin sonu gelicek. İçimde kıyamet kopmasına neden oldukları için ve bazı şeyleri harekete geçirdikleri için Mayalara teşekkürü bir borç bilirim.
Monday, December 24, 2012
Friday, December 14, 2012
Jean Claude Biver'ı Dinlemek..
Güzel konuşan insanlara hayran oluyorum. Lafı dolandırmayan, içinde zeka pırıltıları olan cümleler kuran, esprili insanları saatlerce, günlerce dinleyebilecekmiş gibi hissediyorum. Dün Marka konferasında, bu tarzda konuşan, kendine hayran bırakan birine rastladık . O isim; Hublot'un başkanı Jean Claude Biver'dı. İnanılmaz ton ton, tatlı bir adam olmasının yanında, slayt kullanmadan insan tavlamanın nasıl bir şey olduğunu gösterdi bizlere. Hiç şov yapmadı, doğaldı ve eğlenceliydi. Sonunda da dakikalarca alkış aldı. Bugün bu adamdan uzun uzun bahsetmek istiyorum.

Belki bilmeyeniniz vardır diye kısa bir açıklama yapalım. Jean Claude Biver, İsviçre lux saat yapımcısı Hublot'un CEO'su. Tatlı bir adam olmasının yanında çok da başarılı. Öyle güzel şeyler söyledi ki, bazılarını sizinle paylaşmak istiyorum; ''Yaratıcılık doğultan bahşedilmiş bir özellik değildir, geliştirilebilir. Bunun için meraklı olmak ve öğrenmek gerekir. Çocuklar devamlı öğrenir çünkü merak ederler. Bir fincan kahve gördüğünüzde, onun rengini, tadını, nerden geldiğini, her şeyi merak etmeniz gerekir. Bu yaratıcılığınızı geliştirmenize yardımcı olacaktır. Sadece ölüler öğrenmez. Saati neden takıyorsunuz, saate bakmak için mi? Hadi ama bunun için iphone'larınız var. Siz onu kendinizi tanımlamak için takıyorsunuz. Kim ucuz bir saati almak ister ki? Önemli olan o saat ile ben buyum diyebilmeniz.''
İşte bütün bunlar dün gülmekten fırsat bulup, aklımda tutabildiğimm cümleler. Bütün söylediklerinin içinde aslında en çok ilgimi çeken yaratıcıkla ilgili kısmdı. Bence biz insanların en büyük problemi, büyüdükçe merakımızı kaybediyor oluşumuz. Aslında yapabıleceğimiz değil, yapamayacağımız şeyler sınırlı ama biz sanki tam tersiymiş gibi davranıyoruz. Bir şeyi gördüğünde, yeni bir şey öğrendiğinde soru sormayan, eleştirmeyen, sorgulamayan insanın öğrenmesini ve yaratmasını beklemek imkansızdır. Dün bana bütün bunları hatırlattığı için Jean Claude Biver'a minnettarım. Gerçekten hayatın karmaşası içinde bazen çok monotonlaşmış hayatımıza gömülüyoruz ve yapabileceklerimizin farkına varmıyoruz. Ben bile çok meraklı bir insan olmama rağmen bazen neden sorusunu sormayı unutuyorum. Bir şeyleri daha doğru yapmak ve başarmak için meraklı olmak lazım. Böyle ton ton başarılı insanlar var olduğu sürece, hayata dair inancım sürücek.
Subscribe to:
Posts (Atom)